31 Aralık 2019 Salı

İki Tane Yirmi 🎈

  Banyoyu, mutfağı dip bucak temizledim, bulaşıkları attım makineye. Şimdi yayıldım ve kendime "bloga ara vermene gerek yok İrem" adı altındaki telkinlerimden sonra yine geldim yerime. Gecenin bu saatlerinde ya da sabahın erken saatlerinde zihnim apaçık ve yazma isteğiyle dolup taşıyor. Şu aralar da yılbaşı hediyesiydi planıydı derken konumuz bu oldu.

  Yılbaşı demek küçüklüğümde çok normal her zamanki bir gündü benim için. Öyle yeni yıla nasıl girersen öyle olur modum da hiç olmadı doğal olarak. Ama bu konuya dair ilk hatırladığım şey lise son sınıfta yeni yıla test çözerek girmemdi. Bilerek isteyerek yaptım bunu blog :) Belki dedim gerçek olur :)
   Sonra yaşım arttıkça ailemin evinden uzaklaştıkça yılbaşı kültürünü daha doğrusu heyecanını yaşamaya başladım. Şimdi sabah olsun da gece arkadaşlarımla vakit geçiriyim diye bekliyorum mesela. Heyecan heyecan heyecan...Yeni bir ajanda almaya, yazı yazarken defterin sağ tarafına başlamaya, yeni bir eve taşınmaya, çok beğenerek aldığın bir nevresimi serip üzerinde uyumaya ve daha birçok yeniliğe benzetiyorum ben yılbaşını. Taze umutlar, temiz başlangıçlar, geride bırakılmışlıklar...
    2019 senesi hala bitmemiş gibi hissediyorum. Yeni yıla da nasıl alışacağımı hiç bilmiyorum bu heyecana rağmen. Biz 2-0-1 rakamlarına alıştık on yıldır. Şimdi iki tane yirmi yazmak zor olacak, önemli yerlere yazdığım dilekçelere tarih atarken yine bir sürü kağıt harcayacağım kesin. Ama gelsin dimi 2020? Hepimiz yeniliğe bayılırız.
   2020'ye dair koyduğum hedefler hala geçerli. Aslında hayatıma dair yapmak istediğim çok şey var ama ben önümüzdeki yılda onları yapamayacağımı düşünüp yazmamıştım. Yazmadığım halde gerçekleştirirsem mutlaka buraya not düşmek istiyorum.
    Şimdiden iyi yıllar o zaman 🎈

28 Aralık 2019 Cumartesi

Ağaç Ev Sohbetleri # 17 Lisede Aşk Meşk 💃

   Bu haftaki konuya haftanın sonunda merhaba demek suretiyle başlıyorum yazmaya 💙 Sosyal bilimsel gibi konuların yanında bazen böyle eğlenceli konuların da olması ağaç ev sohbetlerini daha bir eğlenceli kılıyor sanki, ne dersiniz?

LİSEDEKİ AŞK MEŞK OLAYLARI/LİSEDE SEVGİLİ YAPMAK HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUN? 
SENCE YAPILMALI MI?
 
   Bu konu hakkında yazılanlardan gördüklerimi okudum. Herkesin daha çok derslere önem verilmesi gerektiğini yazdığını gördüm genel olarak. 18 yaşımızda üstümüze öküzün oturduğu gibi oturan üniversite sınavından önceki 4 yılımızı düşününce herkesin böyle yazıp çizmesi çok normal diye düşünüyorum.
 
   Blogumun başından beri yazımı okuyanlar bilirler belki, ben bu blogu sevgilim Göktuğ ile açmıştım. Bazen önceki yıllarımıza dair bazen de özel olarak ilgi alanlarımıza dair yazılar paylaşırız demiştik. Çünkü ben tek başıma bu ortama girmeye cesaret edememiştim sanırım :D
 
   Sonra Göktuğ kendine ait sadece bir yazıdan sonra burayı bana bıraktı.
   Şimdi neden Göktuğ'dan bahsetti bu kız diyecek olursanız hemen cevap veriyim, biz lise 2'den beri yani 16 yaşımızdan beri birlikteyiz. Önümüzdeki ay yedinci yılımızı tamamlamış olacağız. Yani bu konu takdir edersiniz ki tamm da bizim hikayemize ön ayak olan mesele ile ilgili :D
 
   Aslında nereden başlayayım diye düşündüm bayağı ama şuradan başlayabilirim sanırım. Öncelikle liseden bu yana birlikte olmamızın ilk büyük sebebi sevgililikten öte çok yakın arkadaş olmamız. İlk günden bu yana en yakınım, sırdaşım, yanındayken hiç utanmadığım ve kendim olabildiğim tek insan olması..
 
  Lisede bu aşk meşk olaylarının başlayıp bitmesinin ve derslere zarar vermesinin en büyük sebebi de liselilerimizin sadece sevgilim olsun nolur çabası diye düşünüyorum. Ha bir de ayrılıktan sonra hayata küsme olayı var ergenliğin vermiş olduğu doğal tepkiler bunlar tabi.
   Birlikteyken aklın bir karış havada olmasının çok normal olduğu bir süreç lise dönemi. Ama her iki taraf da hedeflerini bilen insanlar olduğu sürece birbirlerine köstek olmaktan çok katkı sağlamaları kaçınılmaz. Tabi bu çok nadir denk gelebilir o yüzden herkesin yazısındaki ders meselesine katıldığımı anlatabilmişimdir umarım :)
   Göktuğ benim hayatıma girdiğinde ikimizin aileleri de ilişkimizi hoşgörüyle karşılayan ailelerden olmadılar. Buna o zamanlar ne kadar hak veremesek de büyüdükçe kendilerine göre haklı olduklarını anladık. İki aile de bizi kendilerine göre binbir zorlukla yatılı okula gönderdiler ve okumamız uğruna bizden ayrı kalmaya katlandılar. Kendi tecrübeleriyle de ders notlarımızın ve ders çalışma sürelerimizin dibi boylayacağını düşündüler. Fakat bizde öyle olmadı. Kendi adıma Göktuğ en yakın arkadaşım olarak gördüğümden itibaren şaha kalktım. Onu bulmadan önce kazandığım fen lisesini bırakıp ailemin yaşadığı ilçedeki liseye geçişime ramak kalmıştı. Birbirimize tutunup birbirimizin ailesi olduk biz zamanla. Yatılı okul bunu gerektiriyormuş, sonradan anladık. Yaklaşık 14-15 yaşında ailemizden ayrılıp para yönetimini, yemek saatimizi kendimiz ayarlamayı, dışarıdaki işlere kendi başımıza koşturmayı, bir çok insanla aynı odada aynı ortamlara bulunma zorundalığımızı öğrenmeye çalıştık. Hepsi çok ama çok zordu.

  Başımızdaki hocalarımızın çoğu başarı oranının insanın kişiliğinin güzelliğini temsil ettiğini belirtecek kadar ve başarılı olmazsanız burada sevilmezsiniz diyecek kadar ileri gittiğini gördüğümüzde hayat bizim için çok zor başlamıştı. Özellikle okuldaki ilk yılımı hala düşündüğümde mideme ağrılar giriyor.
 
   Yine uzunca yazmışım ama bu konu bizim için açılmış gibi hissettim.
   Sonuç olarak biz lisede birbirimizi bulabildiğimiz için çok şanslı hissediyoruz. Ama lise dönemimizden sonra hala beraber olan tek çiftin biz olduğumuzu söylemeliyim. Bir çift üniversiteye başladıkları an ayrıldılar, bir çift üniversitenin ikinci yılında ayrıldılar, bir çok çift de daha lise bitmeden yollarını ayırdılar. Bitirdikten sonra da kötü dönemler geçirdiler. Onlar şanslı değildi belki, belki de hayat şartları birbirlerine uymadıklarını gösterdi onlara bilmiyorum.
 
  Yukarıdaki paragraflardan birinde de dediğim gibi önemli olan sevgili olmak değil de en yakın arkadaş olabilmekti. O en yakın arkadaş özellikle yatılı okulda sizin aileniz olup her türlü zorluğa beraber göğüs gerebilmeyi öğretiyor.

  Yazımın sonunda sanırım lisede ilişki yaşamak kötüdür ya da çok iyidir diye bir sonuca varamadığımı farketmiş olmalısınız çünkü gerçekten bir fikrim yok.  Tek fikrim büyük sınavın olacağı son yılda aşk meşk olaylarına pek el atılmaması gerektiği.

  Ee benden bu kadar :D Daha da çok şey yazılır bu konuyla alakalı belki ama şimdilik aklıma gelen bunlardı. Umarım şuanda liseli olan arkadaşlarım çok güzel çok kaliteli bir lise hayatı geçirirler 💜
 
   Deep beni bu haftaki ağaç ev sohbetine davet ettiğin çokk teşekkür ediyorum sana. Bu güzel konuyu öne süren blogger arkadaşımız Barış Doğan'a da çok teşekkürler 😊
   Bir sonraki ağaç ev sohbetlerinde buluşmak üzere...

22 Aralık 2019 Pazar

Fotoğraflı Duygu Seli ( En uzun gece farkı )

   Kalbinde kötülük olmadığını bildiğim, benim zaaflarımın hepsini bilip yine de bana karşı bunları kullanmayacağını bildiğim tüm herkese kalbimi sonuna kadar açıyorum. Böyle dahiyane bir huyum var . Doğru mu yanlış mı bilmiyorum. Şuan böyle hissettiğim birkaç arkadaşım var. Bana yetiyorlar. Zaten hiçbir zaman çok arkadaşı olan bir insan olmadım. Bazen bu huyum üzünden sağlam kazıklar da yemedim desem yalan olur tabi. 

   Sonradan yakın olduğum çoğu arkadaşım bana ilk tanıştığımızda çok soğuktun derler bir de . Bu benim savunma mekanizmam mı acaba? İlk önce karşımdakini tanımaya çalışırım çünkü. Kalbimi tamamıyla ya da birazını açabileceğim kadar iyi bir insan mı diye beynimde tartarken suratsızın teki mi oluyorum? Hepsi böyle dediğine göre böyleyim. Annem de küçükken suratını bu kadar asma tanımadıklarına ve sevmediklerine demişti. Yalandan gülemiyorum yalandan öylesine sohbet açamıyorum annecim ben ne yapayım. Benim işim değil bu. Gözlerinden yapmacıklık fışkıran ortada sevgi kelebeği gibi dolanan ama içini bildiğim insanlara iyi davranamıyorum, iyi bakamıyorum hatta.

   Aa bak bir de küçükken insanları düzeltmeye bayılırdım. Yani en basit olarak biri geçmişte yaşadığımız bir olayı  anlatıyor. Eğer yanlış söylediği ya da eksik bıraktığı bir yer varsa hemen araya girerdim. Anlatan kişiyi de yalan mı söylüyorum ben hissine büründürürdüm istemeden. Off ne kötü bir özellik. İyiki törpüledim bu huyumu. Şuan bunu yapanları görünce gözlerim büyüyor. Gerçi ben küçüklüğümde annemden çook çimdik yiyerek öğrenebildim ama olsun 😂         
Hala sinirlendiğimde sesimi yükseltmemi tam olarak engelleyemedim mesela. Bir de bağırırken karşımdakine niye bağırıyorsun diyebilirim farkında olmadan. E saf kız sen bağırıyorsun diye bağırıyor o da.

   Bir de heyecanlı heyecanlı bir olayı anlatırken istemsiz desibelimi ayarlayamıyorum. Hele de yolda yürürken heyecanlı bir şey anlattırmasın bana kimse bak söylüyorum. Yanımızdan geçenlerin hepsi duyar anlattıklarımı.

   Gecenin bu saatinde neden kötü özelliklerimi salıveriyorum buraya acaba.
   Bir de en uzun gecede neden yapıyorum bunu blog? Cevap: Her zamanki gibi içimden geldi.

   Bu akşam babam telefondan küçüklük fotoğraflarımı çekip attı. Sanırım fotoğraflarıma bakarak hasret gideriyordu uzaktan. O fotoğraflara bakarken nedense bu özelliklerim geldi aklıma.

    Küçüklüğümü evdeki huzursuzluk dolayısıyla kötü hatırladığımı söylemiştim daha önce. Evimizin şuanki hali, anne babamın şuanki durumları keşke o yıllarda olsaydı, eminim çok çok farklı bir çocukluk hatırlardım.

   Burayı annem ve babamın okumadığını bildiğim için rahatça yazabiliyorum, asla onları üzmek istemem Çünkü onlar da gençti. Severek evlenmişlerse bile farklı farklı sorunlar vardı ve onları bize yansıtmak zorunda kaldılar hiç istemeden. Bazen sırası geldiğinde unutamadığım bazı küçük anıları hatırladıkça anlattığımda inanamıyorlar ve gözlerindeki o hüznü pişmanlığı görebiliyorum. Yorum bile yapamıyorlar çünkü o anımı unutamadığım için kahroluyorlar biliyorum. Ben de kendimi tutuyorum artık anlatmıyorum aklıma gelenleri.

   Bu kadar kötü şeyden bahsettim ama insanın anne ve babası olmasının çok büyük çok eşsiz bir şans olduğunun farkındayım. Kardeşimle beni hep sevdiklerini hatırlıyorum. Bir şeyimizi eksik etmemeye çalıştıklarını hatırlıyorum.  İhtiyacımız olduğunda sarıldıklarını da biliyorum.

   İnsan ailesini seçemez tabiki ama ben bir daha dünyaya gelsem anne ve babamı seçerdim. Eğer bir şans verilse ve annemle babamın ailelerini değiştirme şansım olsa ikisinin de bir ebeveynini değiştirirdim sanırım. Neden diye sorma blog. Ya da bunu yapmaya hakkın yok asla da olamaz deme. Kimin kimi ne kadar üzdüğünü, kimin hayatını berbat ettiğini, kimi ebeveyni o olduğu için ağlattığını biliyorum, gördüm.

   Her şeye rağmen şuanda bu durumdayız. Herkes kendini geliştirdi, büyüttü. Ebeveynlerim de benimle ve kardeşimle birlikte büyüdüler, şahit olduk buna.

   Şimdi her şey çok dozunda, yine şükürler olsun desem çok mu olur? Bir önceki yazımın başlığı da buydu ya ❤

   Bu en uzun gecede içimi döktüm yine duygusallığa boğuldum. Bu akşam baktığım ve bana bu yazıyı yazdıran fotoğrafımı koyayım buraya.


Ve bunu okuyan blog arkadaşım, umarım senin çocukluğun çok güzel geçmiştir. Umarım daha güzel günler seni bekliyordur.
  

18 Aralık 2019 Çarşamba

Ne Kadar Şükretsem Az ❤

  Bugün benim doğumgünüüm hem sarhoşuum hem yastayıım.
   Sarhoş değilim ama sarhoş gibiyim nedendir bilinmez. Doğumgünümü sabahlayarak karşılıyorum o yüzden nasıl istersem öyle yazayım dedim, geldim buraya.
   Bir kere hep birlikte bir şeye açıklık getirelim istiyorum. Şimdi ben 96 doğumluyum ve 24 yaşımdan gün aldığımı ama 23 yaşımı doldurduğum için 23 yaşında olduğumu düşünüyorum. Yani 23' e mi yoksa 24'e mi girmiş oluyorum?  Arkadaşlarımla hep tartıştığımız bir konudur bu 😄 Sizin de bir fikriniz varsa duymak isterim.
   Doğumgünümde hassas olmuyorum ama değişik hissediyorum, açıklayamayacağım kadar değişik. Bu günü dört gözle bekleyen bir insan değilim. Aşırı sürprizler bekleyen ya da o günümü unutup kutlamayan arkadaşlarıma kızan bir insan hiç olmadım. Çünkü herkesin kendine göre yaşam dertleri var ve benim bir yaştan diğerine geçişimi her sene hatırlamak zorunda değiller diye düşünüyorum.
   Şimdi böyle değişik konuşuyor gibi duruyorum belki ama sevdiklerim doğumgünümü unutmayıp kutladıklarında da mutlu oluyorum tabii, yadsınamaz bir gerçek bu da.
   22. yaşımı kutlamam gereken gün yani geçen sene bugün benim 14 kredilik olan en zor dersimden sınavım vardı ve o günümün gecesi stres topu gibiydim. Bu sene böyle bir derdim olmadığı için mutluyum sanırım.
  Geçen senem benim için oldukça zorluydu ama iş hayatı stresi korkumdan dolayı da daha fazla büyümemek için yalvardığım bir yıldı. Şimdi geriye dönüp bakıyorum da insan gelecekteki her şeyden biraz korkuyor ama o günler geldiğinde korkuları azalıyor sonunda da kaybolma noktasına geliyor. Kaybolduğu anda bir bakıyorsun ki o dönemleri çoktan aşmışsın zaten. Sadece geriye dönüp el sallamak kalıyor.
   23 yaşımda tüm sevdiklerimin sağlıklı olmasını, yanımda olmalarını ve onlarla yaş almayı diliyorum. Beklentiler mim yazımda istediklerimi yazdığım için burada tekrar yazmıyım diyorum.
   Burayı da es geçemem tabi. Bloguma asla ara vermeden geçirmek istiyorum bu yaşımı. Yazmak ve okumak beni çok mutlu ediyor.
   Çok çok güzel bir yıl olmasını diliyorum.
..............

   Bu yazıyı 14 Aralık Saat: 03.00 sularında yazmıştım.  Fakat yayaınlamadım. Çünkü o gün içinde yaptıklarımı da yazmak istedim. Doğumgünüm için annem ve babam geldi İzmir'deki evime. Aile saadeti içinde geçirdim yani. Bayağıdır görmüyordum iyi geldi. Geldikleri gibi ben eşyaları taşırken mutfakta aldıkları pastayı hazırlamışlar, bana sürpriz yaptılar. Küçüklüğümde ailemdeki sorunlardan olduğunu düşünüyorum doğumgünüm böyle kutlanmazdı. Çoğu doğumgünüm pastasız geçmiştir, çünkü hep bir huzursuzluk vardı. Neyse atlıyım bunları, artık aksatmadan kutluyorlar o yüzden fazlasıyla mutlu oluyorum 😄
   2 gün sonra da Göktuğ ve yakın arkadaşlarım kutladılar doğumgünümü. İki senedir pastayı kendi elleriyle hazırlayıp kutluyorlar bu günümü, bu beni çok daha fazla mutlu ediyor.
   Hepsine fazlasıyla durmaksızın teşekkür ettim, yine ediyorum.
   Böyle bir ailem olduğu için, beni benden daha çok seven bir sevgilim olduğu için, bana pasta yapmaya vakit ayıracak kadar değer veren arkadaşlarım olduğu için, aramızdaki mesafelere rağmen beni her şeyimle anlayan dinleyen unutmayan arkadaşlarım olduğu için de ne kadar şükretsem az.
   4 gün sonradan doğumgünü yazısı bu kadar tamamlanıyor sanırım.
   Burayı da, yazılarımı okuyan tüm blog arkadaşlarımı da çok seviyorum.
  Bir fotoğraf iliştirip bitiriyorum.       
 Mutluluğumu yüzümden okuyun 😍









 

12 Aralık 2019 Perşembe

Amacım Konuşmak 👀

   Heyyy neden yazmıyorum buraya bayağıdır. Kaç defa yazmaya başladım o an hissettiklerimden yola çıkarak biliyor musun blog? Bir sürü taslağım oluştu. Ama ben taslağa koyup sonra yayınlamayı sevmiyorum ki. Yazacaksam o an yazıcam ve hemen yayınlayacağım yani başka türlüsü kesmiyor beni. Şimdi de her telden çalıp söylemek istiyorum biraz.
   Geçtiğimiz hafta sonu tamamıyla dışarıdaydım. Manisa'da okuyan kuzenim geldi ve görevim onu gezdirmek yedirip içirmekti. Ay kötü bir şeymiş gibi söyledim ama değildi asla. Fazlasıyla eğlendiim. Ama yine ne kadar evcimen bir insan olduğumu anladım. Ben dışarıdaki seslerden,kalabalıktan, ne taraftan yürümesi gerektiğini bilmeyen insanlardan rahatsız oluyorum.
   Neyse cumartesi günü öğleden sonra üç gibi buluşup bir Alsancak yapalım dedik. Hamburgerimizi yedik. Sonra butikleri gezdik mini alışveriş yaptık ve ardından İzmir bombalarımızı gömdük :D En son da sahilde biraz oturduk ayaza rağmen. Pazar günü de önce Alsancak Dostlar Fırını'nda boyoz keyfi ardından türk kahvesi. Sonra gün batımında vapur sefası ve Konak Kemeraltı ile haftasonunu kapattık.
   Bir kız kardeşim olmadığı için daha bir kızsal dertleşmelerimi hep kuzenimle yaptığımdan bu iki gün bana çok iyi geldi, bi açıldım dışarı çıktım sosyalleştim falan :D
   Evet ayrı bir haber daha... Girdiğim Yökdil açıklandı, 52.5 aldığımı öğrendim. Diğerinde 45 almıştım biliyorsunuz. Yeterince yükselmediğini düşünüyordum ama kurs hocam gayet iyi dedi.
   Ege Üniversitesi için yüksek lisansa da puanım yeterliydi fakat bir baktım ki Ege bu yarı dönemde Doğum ve Kadın Hastalıkları alanında kadro açmamış. Buna çok üzüldüm diyemeyeceğim. Çünkü zaten atama beklediğim bir dönemdeyim ve aynı zamanda İngilizce kursum olduğundan üstüne bir de yüksek lisansı götüremezdim sanırım. İş yaza kaldı.
    Hah işte diğer bir haber de hemşirelik için atama kılavuzunun açıklanması oldu. Bu daha taze haber, dün açıklandı. İzmir'in kadroları aşırı fazla olmasa da iyi sayılır. Biraz umutlu biraz da korkuyorum sanırım, yine olmazsa daha fazla yıkılabilirim çünkü. Bir de İzmirlilere naçizane bir sorum olacak. Bu yeni açılacak olan şehir hastanesi hizmete başladığında Tepecik ve Bozyaka Devlet hastanelerinin kapanacağını ve tüm personellerin oraya geçeceği gibi bir duyu aldımm. Doğruluğu yanlışlığı hakkında bir bilginiz var mıdır acaba?
    2020'den beklentilerim mimine eklemiştim bu atamayı. Belki de gerçek olur ne dersiniz ? :D
   Haftasonundan kalan birkaç fotoğrafı şuraya iliştirip gidiyorum masamın başına.Yine ders hep ders... Hayatımın ders çalışmama gerek olmayan hiçbir dönemi olmadı, bundan sonra da olmayacak gibi duruyor. Hem akademisyenlik istiyorsun hem de şikayet ediyorsun derseniz çok haklısınız , ne diyim 😎





İzmir'den bolca sevgileer❤ Bu şehirden kopamıyor insan

6 Aralık 2019 Cuma

Engelsiz Dünya (Mucize Doktor)

Gözyaşımın akmadığı hiçbir bölümü yok dizinin. Her seferinde ağlamıyım diye tutuyorum kendimi ama başaramıyorum. Etrafımda otizm spektrumlu olan kimse olmadı hatta görmedim de böyle birini. Hatta hiç farklı bir çocukla karşılaşmamıştım ta ki üniversitemin yaptığı down sendromlu çocuklar için olan bir etkiliğine katılana kadar. İlk kez orada bir sürü down sendromlu çocukla konuşabilme imkanı bulmuştum. Bazıları benden yaşça büyük olmalarına rağmen oyunlar oynamıştık sohbet etmiştik birlikte. Çekindiğimiz fotoğrafları hala saklıyorum arada bakıyorum. Bu diziyi her izlediğimde onları da hatırlıyorum.
   Onların hayatlarına dokunmak kadar güzel bir şey olamaz. Hayatlarında minicik bir yer edinebilmek, kısacık bir zaman geçirmek kadar mutlu edemez başka bir şey insanı.
   Aileleri hep yanlarındaydı o gün. Ama verilen bilgileri dinlemeleri için bizim çocuklarıyla ilgilenmemiz gerekiyordu. Bir tanesi bize dans kursunda öğrendiklerini gösterdi. Müzik açmamızı söyledi ve başladı arkadaşlarımızdan biriyle zeybek oynamaya. Bir tanesi öpücüklere boğdu bizi ve sizi çok seviyorum diyerek yaptı hepsini. Bir tanesi nasıl resim yapmaktan ne kadar hoşlandığını ve nasıl güzel resim yağılacağını anlattı.
   Tüm günümüzü onlarla geçirmiştik ve ailelerinin yüzündeki tebessümü minnettarlığı görmenizi isterdim, ben gördüm hissettim. Hayır sebebi çocuklarıyla ilgilenip onlara nefes alma vakti sağladığımızdan değildi. Çocuklarının mutlu olduğunu gördü onlar. Engellerini önemsemeksizin onlarla konuşan, oyunlar oynayan, onları yoksaymayan üniversite öğrencilerini gördüler. Asla kendimizi övmek değil amacım, sadece ailelerin buna ihtiyacı var. Ailelerin özellikle çocuklarının dışarıda normal görülmesine çok ihtiyaçları var.
   Sosyal medyada duyar kasmakla bir yere varamıyoruz biz. Ne kadar duyar kasarsak kasalım dışarıda farklı bir çocuk gördüğümüzde, kendi çocuğumuza "ondan uzak dur mazallah ne olur ne olmaz" dediğimizde iğrenç insanlar oluyoruz biz, çocuğumuzu korumaya çalışan değil asla. Farklı bir çocuk gördüğümüzde tahtaya vurup kulağımızı çekip "allah korusun" demekle insanlıktan çıkıyoruz biz.
   Biz bu çocukların ne zaman bizim gibi normal insanlar olduklarını kabullenebilirsek o zaman çağ atlayacağız asıl.
   Bu çocukların gözlerinin en içindeki o muazzam ışığı ancak sevgiyle bakarsak görebiliriz biz. Ancak o zaman engelsiz dünyayı inşa edebiliriz.

1 Aralık 2019 Pazar

23 kez suç duyurusu ve ölüm

   Ayşe Tuğba Arslan 51 gün önce hakkında defalarca uzaklaştırma kararı çıkarttırdığı eski eşinin satırla saldırması sonucu ağır yaralandı. 44 gün hastanede mücadele verdikten sonra gözlerini sonsuza dek kapadı.
   İnternetteki haberinin kısaca özeti yukarıdaki paragraf.
   Bu kadını unutmayacağız, unutmamalıyız nurlar içinde uyusun demek için falan yazmıyorum ben şuan. Çünkü ben ne dersem diyeyim o mücadelesine sonuç bulamadan ölmek zorunda kaldı. Ben içimdeki nefreti kusamıyorum, yapamıyorum böyle çaresiz. Ne yapabilirim söyleyin bana.
   Son bir yılda tam 23 kez suç duyurusunda bulunmuş bu kadın. Son dilekçesi saldırıya uğradığı gün çantasından çıkmış. O son dilekçesinde bile "Ayaklarımın üzerinde durmaya çalışıyorum ama dayanamıyorum. Dışarı çıkamıyorum her an beni takip ediyor. Şiddetinden tecavüzünden bıktığım için boşandım ama hala peşimi bırakmıyor nolur yardım edin, beni öldürecek. Öldürünce mi duyacaksınız sesimi" demiş. Yalvarmış yalvarmış.
   23 kez 23 kez 23 kez. Beynimde yankılanıyor bu. Ben okuyunca dayanamıyorum sen nasıl dayandın diye bağırmak istiyorum.
   Defalarca kocası hakkında açılan davalar delil yetersizliğinden düşmüş. Siz o kadının neler yaşadığını dinlediniz mi? Ya da dinlediniz de inandınız mı? Bitmiş o kadın bitmiş. Ben hayatımda suç duyurusunda nasıl bulunacağımı bilmiyorum bu kadın nasıl dayandı 23 kez yaptığı şeyden bir sonuç alamamaya. Hala şiddete tecavüze tacize korkuya nasıl dayandı.
   Sözüm tükenmiyor asla tükenmez ama elimden bir şey gelmiyor. Çevreme doğru insanları seçin, insanları doğru seçin nolur demekten yorulmayacağım asla. Çünkü devlet ancak öldüğümüzde bizim arkamızda duruyor. Geriye kalan tek şey bizim insan olanla birlikte olmamız. Yoksa bu hayat kadın için çok acımasız çok gaddar.
   Biz taciz edilince karşı taraf pişmanım deyip kurtuluyor. Neden? Tecavüz edip kadının hayatını karartmadı bitirmedi diye mi? Bitirmedi değil bitiremedi. Ama devamı hep gelecek. Ne olursa olsun o tacizlerin sonu bir gün tecavüze gidecek. Adam karısını sokak ortasında dövüyor ve pişmanım diyor. Neden? Öldürmedi, boğazını kesmedi ya da defalarca bıçaklamadı diye. Ama o kadın bir gün ölecek. O yaralamaların tehditlerin kıskançlıkların sonu bir gün cinayete varacak. Kimse bu kadar kör değil biliyorum. Sadece kör taklidi yapılıyor. Kör taklidi o kadının hayatını elinden koparıp alıyor.
   Ben bu yazıları yazmaktan hoşlanmıyorum. Niyetim asla canınızı sıkmak değil. Sadece katlanamadığımda yazıya dökmem gerekiyor ve birilerine bir şekilde dokunmam gerektiğini hissediyorum hata yapmaması için.
    Ayşe Tuğba Arslan öldü ve geri gelmeyecek. Başka birinin ölmesine daha göz yummak istemiyorum.
   Hakkında yazı yazmak istediğim bir videoyu da buraya eklemek istiyorum. 3 yıl önce eski erkek arkadaşı tarafından falçata ile boğazından çok kez bıçaklanan ve şans eseri hayatta kalabilen Tuba Korkmaz yaşadıklarını anlatıyor bu videoda. Psikopatlığını nasıl anladığını, anlayınca nasıl terk etmek isteyip edemediğini ve başına gelen olayı ayrıntılarıyla anlattığını izleyebilirsiniz videoda. Geçtiğimiz aylarda  hayatını kaybeden Emine Bulut'un öldürüldüğü anları gösteren videoya yaptığı yorumla gündeme gelmişti Tuba Korkmaz da. Ben o boğazın kesilme hissini bilirim demişti. İzlemenizi  tavsiye edebilirim.


2020'den Beklentiler - MİM 🎈

2020 yeni yıl ile ilgili görsel sonucu"

   Sevgili Hayat Yazıyor blogunun sahibi başlatmış bu güzel beklentiler mimini. Beni de cevaplamam için, yazılarını ve hayatını okumayı çok sevdiğim Kaplan Diary blogunun sahibi mimlemiş. Çok teşekkür ediyoruum.
   Resmen 2020 geldi, dayandı kapımıza. Ne çabuk geçiyorsun zaman. Ben daha 15 yaşıma 18 yaşıma girmenin hayallerini dün kuruyordum sanki. 15 yaşımda araba sürmeyi öğrenecektim, 18 yaşıma girdiğim zaman da ehliyetimi alacaktım hemen. Hayallerimin büyüklüğü :D  Artık her şey üstüme üstüme geliyor gibi. Ben büyüdükçe hayallerim küçülüp hedeflerim büyüyor gibi hissediyorum.
   Neyse mime geçelim de yeni hayallerimden tamamlanmayı bekleyen hedeflerimden bahsedeyim.

   2020 yılına dair beklentileriniz nelerdir? 

   Düşündüm bunu bayağı bir blog. Beklentiler silsilesi hiç dinmiyor içimizde ama böyle birden sorulunca zihne hemen cevap düşmüyor.
   İlk olarak atanıp bir para kazanayım ben artık, istiyorum bunu. İzmir'e atanmam lazım bir de, vazgeçemiyorum bu şehirden. Sonra da tabi yüksek lisansıma başlamak. Yüksek lisanstan önce bir de su gibi İngilizce makale çevirileri yapmam gerektiği için enine boyuna bu dilimi geliştirmek istiyorum. Hep bir yurtdışı hayalim vardır ama içimde baskılamışımdır, çünkü "yabancı dilin yok İrem senin, nereye gidiyon sen" derdim.
   Hayatımı enine boyuna düşünenlerden oldum hep. Hiçbir şey düşünmeden dert etmeden yaşamayı öğretmedi bana ailem açıkçası. Okulda hep başarılı olmak(şaka değil ilkokulda 85 aldığımda neden 90 üstü olmadı acaba diye düşünen bir ailem vardı😄) , fen lisesini kazanmak, iyi bir meslek sahibi olmak(kime göre iyiyse artık) , sonra da rahat bir yaşam sürmek için var gücünle çabalamak, tüm bunlara kafa yormak...
   Dolayısıyla 2020 yılında daha rahat bir kafayla yaşamak da beklentilerimin arasında.
   Tabi tümm bunların yanında ailemle, Göktuğ ile ve tüm sevdiklerimle sağlıklı huzurlu şekilde bir yıl daha geçirebilmek istiyorum. Yaş aldıkça sevdiklerimin kıymetini daha çok anlıyorum sanki. Birini bile kaybettiğimi düşünmek gözlerimin hemen dolmasına yetiyor. 
   Blog yazmaya devam etmek istiyorum bu yıl da. Geçen sene bazı sebeplerden sonra içimden gelmeyince devam etmemiştim, sonra yoğun özlemle geri dönmüştüm. Bu yıl öyle olmamasını tüm kalbimle diliyorum. Daha çok kitap okumak istiyorum. Şuan beynim hep dolu gelecek telaşlarımla, bu yüzden kitaba veremiyorum kendimi. Kitap okuyacağım vakti neden ders çalışmakla geçirmiyim ki diye diye boşluyorum okumayı. 
   Ülkem ve İzmir için de daha güzel bir yıl olmasını diliyorum demekten başka çare gelmiyor elimden. Kadınların bu ülkede yüzü gülsün istiyorum artık. Fizikselinden ruhsalına, cinselinden ekonomik olanına kadar her türlü şiddet son bulsa keşke bir anda. Ama kadınlarımız güçlendikçe ,özellikle kırsal kesimdeki bu zorbalıkların sona ereceği umudundayım. O yüzden kadınların var gücüyle okumak ve kendi ayakları üzerinde durmayı çok istediği bir yıl olmasını istiyorum 2020'nin. 
   Depremsiz, selsiz, barışçıl ve ayaklarımızı yere sağlam basabildiğimiz bir yıl olsun bu yıl 💛
   Kalbimden kalemime dökülenler bu kadardı sanırım.
   Aaaa unutuyordum az kalsın. Bu yıl bir arabam olursa da çok mutlu olurum, söylemeden geçemezdim :D
   Bu mime dair yazılarını mutlaka okumak istediğim blogger arkadaşlarımı mimliyorum. Yapmak isteyen herkesi de davet ediyorum. Yazdıkça gerçekleşir belki beklentilerimiz :)
   
   
   

29 Kasım 2019 Cuma

En güzel dizi olabilir misin ya Game of Thrones??

  Hani insan sevdiği bir yiyeceği azar azar yer ya bitmesin diye, ya da sevdiği bir parfümü az az sıkar zor günlere kalsın diye bekletirya.. Hah işte son sezonunda aynen bu şekildeydim ben.
   Dizileri izlerken boşuna uzatılmış sahneleri geçerim hep. Sıkılırım çünkü. Ama son sezon bana bunu yaptırmadı. Hapsetti içine. Son sezon değil aslında dizinin tümü beni esir aldı.
   Bu bir tanıtım yazısı olmayacak ilk defa. İncelemelerimi, yorumlarımı, nefretimi hüznümü, iç çekişlerimi aktardığım bir yazı olacak.
   Alt tarafı bir diziden bahsediyorum tabi niye bu kadar uzattım bilmiyorum. Diziler beni çok etkiliyor. Gerçek hayatta olabilecekleri olmuşları ve olanları gözlerimin önüne serdiği için belki... Düşünceden düşünceye, duygudan duyguya sürüklenmekten kendimi bilerek almıyorum. Diziler bazen beni alıp yerden yere vuruyor bazen de göklere çıkartıyor mutluluktan. Bazen diken diken oluyorum bazen gözlerimin doluşunu iliklerime kadar hissediyorum.

got ile ilgili görsel sonucu"

   Bu diziyi son izleyenlerden biri olma şerefine nail oldum mu bilmiyorum :D Etrafımda bir tane bile izlemeyen arkadaşım yoktu, artık farz olmuştu bana.
   Bu kadar uzun dizilerde ben yeni bölüm ya da yeni sezon beklemekten nefret ediyorum, o yüzden bir bakıma da tamamen bitmiş bir diziyi izlemek keyif verdi.
  Dizide başından sonuna kadar en sevmediğim karakterden başlıyorum. Cersie... Yani bu ismi gerçek hayatta duysam yine diken batmış gibi hissedebilirim o kadar eminim ki :) "İnsan çocukları için her şeyi yapar" dizinin sonunda resmen böyle savunulmaya çalışıldı Cersie. Yok arkadaşım. İnsan çocuğu için bu kadar kötülüğü yapmaz. O sadece kibri yüzünden yaptı tüm bunları.
  Dizide başından sonuna kadar en sevdiğim karakter şüphesiz Arya oldu. Hele sonunda aldığı o intikamlar offf. Kılıcımı çıkarıp 'aaaooo yaşaa' gibi naralar atasım geldi :D
   Diziyi ne kadar sevsem de içinde ensest ilişkisinden tutun tecavüzüne cinayetine kadar her şey var ,iğrenerek izledim. Çıplaklıkta da Netflix yine yapacağını yapmış tabi söylememe gerek var mı bilmiyorum ama.
   Ha bir de son sezonun Göktuğ dahil çoğu kişi tarafından gereksiz bulunduğunu duydum ve okudum daha öncelerde. İzleyince ben de bir karara vardım tabi. Evet son sezondaki bazı yerler saçmaydı ve mantık dışıydı. Ama yok valla gerekliydi o sezon. Türk bir insan olarak ben o iyilerin kazandığı final sahnesini görmeseydim diziye neler ederdim düşünemiyorum :D.
   Tüm sezonları kapsayacak yorumlarımı sunacak olursamm, o sahneler neydi öyle. Biz Türk televizyonlarında hala yangın sahnesini beceremiyoruz bunlar kalkmış ejderhanın üzerine binildiğini dokunulduğunu yakıp yıktığını gösteriyor bize. Efsaneydi efsane başka diyecek kelimem yok. Tükendim.
   Daha bahsedeceğim çook karakter olabilir tabi. Ölümüne çok üzüldüklerimi, intikamının tadını aldıklarımı, sadakatini kalbimde hissetirenleri asla unutamam. Lakin çok uzun sürer o zaman yazı. Fazlasıyla konuşuyorum zaten bilirsiniz bu kadarı kafi :D
   Off spoiler verip vermeme derdin olmadan yazmak ne hoşmuş ya, rahatladım. Çevremle daha çook konuşurum ben bu diziyi, kestirip atamam öyle 😄
   Sizin en sevdiğiniz ya da en sevmediğiniz karakterler hangileriydii? Ya da son sezon hakkında neler düşünüyorsunuz? Yorumlarda buluşuverelim 💜

 

28 Kasım 2019 Perşembe

How I Met Your Mother ( without spoiler ) 😄

   Bazen buraya izlediğim dizi yorumlarını yazmadan önce düşünüyorum. Bu sefer de o anlardan birindeydim. Çünkü yazdığım dizi yorumları hep olumlu oluyor. Hep beğendiğim dizileri izlemiyorum tabi ama sadece beğendiğim dizileri bitiriyorum diyebilirim.
  İlk bölümden beni sarmazsa bırakıyorum. Başka bir zaman diliminde de onu tekrar izliyorum ve mutlaka birkaç bölüm daha şans veriyorum diziye.
   İşte bazen de etrafımdakiler tarafından aşırı önerilen diziler oluyor ve beni çok sarmasa da izlemeye zorlayabiliyorum kendimi. Bu dizi de onlardan biri oldu.
   Zorladım kendimi blog. Komedi sevmiyorum ben diye diye izledim ve 9 sezonunu da bitirdim dizinin :D Göktuğ da kıs kıs güldü tabi "hanii komedi sevmiyorum diyordun nolduu " der gibi :))
   Geçtiğimiz günlerde bitirdim bu accayip güzel diziyi.
   İsminden de anlaşılacağı gibi bir beyimiz çocuklarına, annelleriyle nasıl tanıştığını anlatıyor dizi boyunca. Tabi bu sıkıcı bir şekilde değil de sürekli gençliğindeki yıllardan bize kesitler sunarak anlatılıyor.
   Eşiyle tanışana kadar nasıl yıllar geçirdiğini , nasıl ebedi dostluklar edindiğini, hayatın nerelerinde tökezlediğini ve nasıl ayağa kalktığını ve daha bir çok şeyi anlatıyor izleyiciye.
   Dediğim gibi ilk bölümlerde sıkılmıştım ama devam ettikçe kahkaha sayım arttıkça arttı. Dizinin bazı yerlerinde de gözlerim dolarken bazı yerlerinde "ayy çok romantik" dediğim oldu.
   Dizinin çoğunda hatta hepsinde demeliyim neredeyse, cinsel içerikli şakalar mevcut. Ama kesinlikle diğer netflix dizileri gibi de olağanüstü  çıplaklık sahneleri yok yani, hakkını vermeliyim.
 
   Dizide o kadar güzel dostluklar gördüm ki imrenmekten kendimi alamadım. Yaşadıkları hayatın acılarını birlikte göğüslediler birlikte güldüler birlikte acı çektiler birlikte kazandılar. Daha da bir çok şey... İzlemeden bilemezsiniiiz ve anlatamam :D Spoiler içeren yazılar yazmıyorum.
   Son olarak şunu söylemeliyim dizide en en en sevdiğim karakter Barney Stinson oldu. Sonra da Marshall Erikson olabilir.( Nam-ı diğer Marshmellow 😄)

   Sizin en sevdiğiniz karakter kimdiii? Çevremde izleyen herkese ilk sorduğum sorulardan biri haline geldi. Siz de yakın çevrem olduğunuza göre size de sormalıyım.
   İzleyip beğenmemiş olan da olabilir bu arada. Neden beğenmediğinizi de öğrenmeyi çok isterim. Diziler üzerine konuşmaya bayılıyorum.
   Yorumlarda buluşalım. Hoşçakalııın. Burayı çok seviyorum 😍

23 Kasım 2019 Cumartesi

Çıldırmalık: O;ye

   Ahh enerji enerji enerjiiii. Bu aralar çok mu şarkılardan gidiyorum ben?

Aç aç, hemen aç şarkıyı ;) Birlikte dinleyelim

   Küçük sayılabilecek yaşımdan mıdır bilinmez ama bu şarkıyı geçenlerde ilk defa duydum ben. Artık evin içinde her dans etmek istediğimde bunu açmaktan hiç çekinmiyorum blog. Ben zaten ritimli ve kafiyeli şarkılara sıcağımdır her türlü :)
   Tam kız arkadaşlarla coşmalık. Terden sırılsıklam olana kadar kendini kaybederek dans etmek... Sertap Erener'in dinamik sesiyle daha bir çıldırmaca.
   Bu arada şuan saat: 22.46 . Bu saatte ne bu dans merakı derseniz hiç bilmiyorum. Sabah enerjisini anlarım. Güneş ışık ılık hava falan da akşam enerjisi nedir? Zaten bana enerji, en sinirli olduğum dönemlerden sonra ,ağlama krizinden sonra ( kriz dediysem... anlayın siz işte ) ,  bazen de böyle akşamları gelir.
   Enerjimi niye yine bloga aktarmıyorum ki dedim. Siz de dinleyiin birlikte dans edeliiim.
   Anlık yazdım ve yayınlıyorum her zamanki gibi. Bazen böyle anlık yazdığım şeylerde duygularımın önüne geçemeyip yanlış anlaşılabilecek şeyler söyleyebiliyorum bundan nefret ediyorum ama en çok bu yazıları seviyorum ne yapabilirim ki. Sizin yazdıklarınız da benim günümü güzelleştimeye yetiyor çoğu zaman.
   Mutlu akşamlar diliyoruuum💙❤

20 Kasım 2019 Çarşamba

Firmalara Nefretim

Selaaaaaaam 💙
   Bugün biraz sinirli olsam da enerjik bir giriş yapmak istedim. 3 gün mü oldu yazmayalı, öyle bir şey ama özlüyorum ne yalan söyliyim.
   Sizi sıkar mıyım bilmiyorum ama sinirimi bile aktarmak istiyorum şuan.
   Bu kadar çok sinir deyince hayati bir olay beklemeyelim tabi. Bazen gündelik yanlış giden durumlara da sinirlenebiliyor benim bu kafa :D
   Anlatayım şimdi size. Detay anlatmayı ve dinlemeyi ne kadar sevdiğimi daha önce bir yazımda söylemiştim ama kısa tutmaya çalışıcam söz, bazen ben bile yazımı okuduğumda sıkılabiliyorum :)
   Geçen hafta indirimin son günü Hepsiburada'dan tek kişilik bir yatak sipariş ettim evime. En geç 2 gün önce teslim edileceği yazıyordu aldığım gün.
   Kargomun yola çıkışı, İzmir şubesine varışı ya da teslimata çıkışı hakkında ne bir mesaj ne bir mail alabildim. Hiçbiri yok. 
   İki gündür sürekli her yeri arıyorum ama cevap yok tabi, neyse buraları anlatırsam çok uzun sürer.
   Bu sabah dışarıda işim olduğu için sabahtan bir arayayım da kargo gelecekse evde kalayım diye düşündüm ama ne mümkün. Son çare yine hepsiburadayı aradığımda bir hanımefendi bana kargomun en erken önümüzdeki cuma günü teslim edileceğini ve bugün asla teslim olmayacağını rahat olmamı söyledi.       Ben dışarı çıktıktan 3 saat sonra tak bir telefon. Beni hiç arayıp sormayan canım kargo firmamın çalışanı arıyor ve evde misiniz biz geldik diyor.
   Mesaj veya mail göndermediğiniz için işimi halletmeye dışarı çıktım, yarın tekrar teslimata çıkarır mısınız diyorum. Malesef şubeden alırsınız deyip tak kapatıyor.
   Sinirden ölüyorum ama sadece Aras kargoya sinirlenmekle yetiniyorum.
   Eve gelip hala çağrı merkezini aramaya devam ediyorum ve sonunda Balçova şubesi aramalarıma cevap veriyor kapanmasına 15 dakika kala. Neden mesaj göndermiyorsunuz diyorum. Çünkü bazı firmaların o gönderilen sms ve mail ücretini ayrıca ödemek istemediklerini ve izin vermediklerini söylüyor.
   Ben yine Hepsiburada' yı arayıp bunun doğruluğunu soruyorum ve aldığım cevap bunu doğrular nitelikte.
   "Neden bir sms ücretini ödemiyor ki firmanız , en azından bilgilendirilmemiz gerekmez mi ? Tüm durumlardan haberdar ettiniz beni maillerinizle, keşke bir tane mailinizin altında da kargo size sms atmayacak yazsanız daha iyi olmaz mı?" dedim.
   Neyse kargomun tekrar teslimata çıkması için acil bir form oluşturdu bir beyefendi. Sorun şuan hallolmadı bana geri dönüşlerini bekliyorum ama sinirim buydu yani.  Üç gündür defalarca aradım konuşmaya çalıştım kargo firmasıyla ama kısaca durum böyle.
   Benim bu olaydaki şikayetim asla çalışanlara değildi bu arada sadece firmalara yükseldim kendi kendime.
   "Sms veya mail ücretini ödesen bir şey kaybetmezsin ya. Binlerce alışveriş yapılıyor sitenden her gün,  senin insafın kurusun" diye haykırmak geliyor içimden. Evin içinde deli danalar gibi dolaşırken haykırmış da olabilirim : D
   Güldüğüme bakmayıın buraya yazınca kendi kendime komik geldim. Büyük ihtimal o şikayet bir işe yaramayacak ve ben yine o kocaman yatağı tıpış tıpış gidip taksiyle eve getireceğim, kargoya verdiğim paranın daha çoğunu da taksiciye veririm.
   Oldu bittiiiii, İrem para basıyor.

   Kargoyla ve diğer firmalarla ilgili bir sorunumun daha sonuna geldik. Sorunsuz internet alışverişi sayım o kadar az ki :)
   Buraya kadar okuduysanız nolur bana firmalarla ilgili bir kerecik bile olsun sıkıntı yaşadığınızı söyleyin 🙏 Ben mi çekiyorum sorunları bilmiyorum, içinden çıkamacağım bir hale gelmeye başladı.

   Sizin sorunsuz, musmutlu gününüz ve yarınlarınız olsun 💙
 
 

16 Kasım 2019 Cumartesi

46 Yok Olan

   Bugün 2016'daki yayın hayatında "Neden izlemedin?" diye kendime soru yönelttiğim bir diziden bahsedeceğim size.
    Bu soruma verdiğim cevabım da "Behzat Ç.'yi neden izlemediysen o sebeptendir" di.
   Geçtiğimiz yaz Behzat Ç.'yi, her bölümü 2 saat olan Türk dizisi nasıl bir solukta bitirilebilirse öyle bitirdim. Ba yıl dım. 
   Sonra Netflixte canım Erdal Beşikçioğlu'nun bu dizisini de görünce kardeşimin tavsiyesini hatırladım ve başladım.
   Başlamaz olaydım bu dizi de sardı bedenimi. Bir soluk meselesi yine yani anladınız siz😄 
   Sus da diziye gel diye uyarımı aldım ve başlıyorum.


   Netflix diziyi şöyle tanımlıyor:

Bir genetik profesörü, komadaki kız kardeşi için tıbbi ve şamanik çareleri harmanlayan bir tedavi denediğinde sarsıcı bir yan etkiye neden olur.

   Aynen böyle başlıyor dizi. Doğru tespit Netflix! Ama devamında olaylar öyle bir gelişiyor ki dizideki karakterlerin hepsiyle iç içe buluyorsunuz kendinizi. Zaten diziyi izleten de hep bu olmaz mı? 
   Dram, suç ve gizem türünde bir dizi. Behzat Ç. deki oyuncuların küçük bir kısmının bu dizide de olması ilk başta diziye ilgimin artmasına bir sebepti. Fakat daha ilk bölümlerde yer alan marjinal ve ilgi çekici sahneler bana "Bunlar gerçekte oluyor mu ya?" dedirtecek cinstendi. 
   Her bölümün sonunda diğer bölümde ne olacağını merak ederek aralıksız devam ettim. 
   Dizideki Murat'ın 5 yıldır komada olan kardeşi Ezo'yu uyandırmak için başvurduğu yolları denerken kendisinin bambaşka yollara sürüklendiğini ve etrafındakileri de sürüklediğini göreceksiniz.
   Sonuç olarak biraz karanlık biraz da sıradışı olan bu diziyi izlemenizi tavsiye ederim. 
   Televizyon hayatının yaklaşık 3 ay gibi kısa bir sürede bitmesine hiç şaşırmadım açıkçası. Çünkü bizim halkımız ihtiras sever, namus sever, tecavüz sever, töre sever. Bilirsiniz.
   
   Sizi bu dizinin güzelliğiyle baş başa bırakıyorum ve gidiyoruum. Yeterince karışık olarak sundum zaten 😄 
Hoşçakalııın❤
    


15 Kasım 2019 Cuma

Bu Nasıl Bir Aşk?

   Bu nasıl bir aşktır? Sayın Ümit Yaşar Oğuzcan ne düşündün ki bu şiiri yazarken diye sormak isterdim karşısına geçip. Bazı insanlar belki buna saplantı der. Ne yöne çekersen oraya gider gerçi ama ben çok büyük bir aşk olması tarafından bakıyorum sanırım. 
   Şiiri ilk duyduğum anı hatırlamıyorum. Yani yaşım zaman mekan hiçbir şey yok zihnimde. Sadece ne hissettiğimi hatırlıyorum. Nasıl yazdı ki bu şiiri diye düşünmüştüm ilk. Bayılmıştım da tabi söylememe gerek var mıydı bilmiyorum. 
   Hala en sevdiğim şiirlerdendir. Arada açıp okurum. Kadın sesinden pek hoş olmuyor bu şiir ama olsun, rahatlatıyor beni şiir okumak. Dün gece bu şiire denk gelip okudum bir güzel. O yüzden sizinle de paylaşmak istedim. Bir kez daha okumuş hatırlamış olursunuz. 
Aşk dolu günler diliyorum efenim, hoşçakalıın ❤ 




Sizi bir Evgeny Grinko müziğiyle de başbaşa bırakıyorum, şiiri okumak isterseniz bailangıçta şarkıyı açmayı unutmayınız ☺

MİLYON KERE AYTEN

 Ben bir Ayten'dir tutturmuşum
Oh ne iyi
Ayten'li içkiler içip
Sarhoş oluyorum ne güzel
Hoşuma gitmiyorsa rengi denizlerin
Biraz Ayten sürüyorum güzelleşiyor
Şarkılar söylüyorum Şiirler yazıyorum
Ayten üstüne
Saatim her zaman Ayten'e beş var
Ya da Ayten'i beş geçiyor
Ne yana baksam gördüğüm o
Gözümü yumsam aklımdan Ayten geçiyor
Bana sorarsanız mevsimlerden Aytendeyiz
Günlerden Aytenertesidir
Odur gün gün beni yaşatan
Onun kokusu sarmıştır sokakları
Onun gözleridir şafakta gördüğüm
Akşam kızıllığında onun dudakları
Başka kadını övmeyin yanımda gücenirim
Ayten'i övecekseniz ne ala, oturabilirsiniz
Bir kadehte sizinle içeriz Ayten'li İki laf ederiz
Onu siz de seversiniz benim gibi
Ama yağma yok
Ayten'i size bırakmam
Alın tek kat elbisemi size vereyim
Cebimde bir on liram var
Onu da alın gerekirse

Ben Ayten'i düşünürüm, üşümem
Üç kere adını tekrarlarım, karnım doyar
Parasızlık da bir şey mi
Ölüm bile kötü değil
Aytensizlik kadar
Ona uğramayan gemiler batsın
Ondan geçmeyen trenler devrilsin
Onu sevmeyen yürek taş kesilsin
Kapansın onu görmeyen gözler
Onu övmeyen diller kurusun
İki kere iki dört elde var Ayten
Bundan böyle dünyada
Aşkın adı Ayten olsun


Ümit Yaşar Oğuzcan

10 Kasım 2019 Pazar

Kasım Ayı Meydan Okuması ( 9. ve 10. Gün) The End 😞

  9. Soğuk kış günlerine geçiş yapıyoruz artık. Bu kış günlerinde pişirip yemekten keyif aldığın bir tarifini paylaşır mısın? Mesela meşhur bir kekin, ya da kurabiyen var mı? 

Tatlıyı genelde sevmem, aramam yani. Bir büyük pasta ile tek bir poğaçayı yan yana koysanız poğaçayı seçerim. Ama bu meydan okumanın 9. günü beni bir günlüğüne benliğimin dışına çıkardı ve yazılan tüm tarifleri okudukça canım istedi okudukça tatlı aşerdim 😄 Sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim :) Neyse benim doğru düzgün bir tarifim olmadığını söylememe gerek yok artık sanırım anladınız siz :D
   Amaa çok bir şey bilmesem de 2-3 seferdir yaptığım bir yemek var. Biraz uğraştırıcı ama benim için en güzel şeylerin bir araya gelmesiyle en sevdiğim yemeklerden biri oluverdi.

Arkadaki karışıklık için pardoon, günün birinde burada sergileyeceğimi hiç düşünmemiştim :D

Fırında Köfteli Patates Püresi

  • Önce patates püresi için 4-5 orta boy patatesi haşlamak için soyarak tencereye koyuyoruz.
  • Normal her zaman yaptığımız köfte harcını hazırlayıp küçük toplar halinde yuvarlayarak kızartıyoruz.( Çok fazla kızarmasınlar, sonra fırına koycaz çünkü.) Sonra onları soğuması için bir tabağa alıyoruz.
  • Bir tavada biraz tereyağı kızdırıp üzerine 3 orta boy domatesi rendeleyip ekliyoruz. Yarım yemek kaşığı salça ve baharatları ekleyip bir sos hazırlıyoruz.
  • O arada patatesler haşlanmıştır. Onları alıp patates püresi haline getiriyoruz, yumuşaması için biraz süt ve baharatlar eşliğinde tabiki :D ( biraz cıvık yapın ki fırına girdiğinde kurumasın)
  • En son orta boy bir borcama patates püresinin tümünü yayıyoruz. Üzerine köfteleri biraz bastırarak yerleştiriyoruz. Genelde köftelerin üstüne gelecek şekilde domates sosumuzu da kaşıkla koyduktan sonra önceden ısıtılmış 180 derece fırında 30 dakika falan pişiriyoruz.
  • Sonra çıkartıp üzerine rendelenmiş kaşar ekleyip bir 10 dakika daha fırına veriyoruz. 
  Ve afiyet olsuuuun :))
Tabiki bu benim tarifim değil internette görmüştüm ama neden tarifini vermeyeyim ki 😄 Bu kadar uğraşıp denerseniz beni anmayı unutmayın, yorulacaksınız ama iyi anlamda anın nolur 😍


10. En son gördüğün en güzel manzara neydi? İstersen anlat istersen fotoğrafını bırak.

    En son gördüğüm en güzel manzara geçen sene hastanenin doğumhanesinde staj yaparkendi :D 10 yıldır bebeği olmasını isteyen 39 yaşındaki bir annenin ikiz bebeklerini kucağına alışı ve emzirme çabasıydı. Hem hüngür hüngür ağlıyor hem de kahkaha atıyordu.  Hangi gözyaşının hangi duyguyla aktığı bile belli olmuyordu.
Hatırladığım en güzel en duygulu manzara buydu.

Kasım ayının ilk 10 gününü meydan okuyarak geçirince bu ayı bitirmişiz gibi hissettim valla.
Tekrardan Zeynep'e ve soruları yazanlara çok teşekkür ediyorum.
Devamı da gelsiiin ben hemen atlayabilirim bu ve türevlerine..
Bu ay ne kadar hüzünlü bir ay olsa da sağlıklı mutlu huzurlu günleriniz olması dileğiyle..

9 Kasım 2019 Cumartesi

Notalarla Yolculuk - MİM 🎶

   Bazı şarkıların bize her seferinde aynı şeyleri hissettirdiğini farkettiniz mi? Bazen kaybettiğimiz bir yakınımızla olan anımızı, bazen kahvesini yudumlamayı çok sevdiğimiz bir kafeyi, bazen çocukluk arkadaşımızla yaşadığımız hüzünlü hatıramızı, bazen eski bir sevgiliyi, bazen en uzun otobüs yolculuğumuzu ve daha bir çok şeyi... Bazen de hiçbir anısı olmadan sadece hissederiz.
   Şarkılar konuşan duygularımız gibi...

zaman çabuk geçse de anılar eskimiyor ile ilgili görsel sonucu"

   Dinlediğimiz veya dinlemeyi en çok sevdiğimiz şarkıları, bize hatırlattıkları anılarla ve hissettirdikleriyle birlikte paylaşmanın çok güzel olabileceğini düşündüm. 
   Böyle bir etkinlik daha önce yapıldı mı bilmiyorum ama başlatmak istiyorum.
   Müzik dinlemeyi seviyorum, her seferinde gözlerimi kapattığımda aynı şarkıyla, aynı yere aynı duygulara seyahat etmeyi çok seviyorum. 
   Hadi gelin, hislerinizin en çok yoğunlaştığı 2 şarkınızı seçin ve bize her bir şarkıda, gittiğiniz o anı, o hatırayı veya o hissi anlatın !! 
   
 O zamann başlıyorum ben.


    Cem Karaca, dinlemeyi en çok sevdiğim sanatçıların başında gelebilir. 
  Ne yalnızlık ne de yalan üzmesin seni. Doğarken ağladı insan. Bu son olsun, bu son...
   Her dinlediğimde gözlerimde yaşlar birikir, özellikle dedemi kaybettiğimi öğrendiğim o an gelir gözlerimin önüne. Kazadan sonra 99 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra 100. gün kardeşim beni arayıp dedemin durumu kötüleşmiş, birazdan seni almaya gelicez, hastaneye annemin yanına gideceğiz dedi ve benim hayatımda yaşadığım en kötü andı bu an. Gönen'den Balıkesir merkeze normalde 2 saat süren yolu 40 dakikada aşarken hissettiğim anları hissediyorum bu şarkıda tam olarak. Güçlü olmam gerek ama güçlü olamam, küçüklüğümün eğlence kaynağı olan, kalbi dünyada tanıdığım insanların hepsinden temiz olan adam ölüyor. Ve ben onu yüz günde sadece 2 defa görebildim. İkincisinde içerideki sürem bittiği için yanından giderken "Benim gitmem gerek artık, bizi bırakma nolur dayan" dediğim anda daha önce dediklerime hiç tepki vermeyen insan ellerinin arasındaki elimi sıkıp kendine doğru çekti ve başını bana döndürmeye çalışıp büktü boynunu. Gözlerinin kenarında aşağıya akmayı hazır bekleyen bir gözyaşı gördüğüm o anı da hatırlıyorum bu şarkıyla.
  O yüzden bir şarkı ne kadar özel olabilirse o kadar özel , ne kadar anlatılmaz yaşanır olabilirse o kadar benim için.


Bazen bu şarkıyı her yerde duymaktan özellikle çoğu düğünde dinlemekten oldukça sıkıldım ama vazgeçemiyorum. Bir çok hissi bir arada yaşatıyor bana. Son 7 yılım gibi... Çünkü mutluluklarım,hüzünlerim, sevinçlerim, yorgunluklarım, özlemlerim; hepsini bir bir anlatıyor bana.
   Şarkının Türkçe anlamının da bunda çok etkisi var tabi. Göktuğ'un bunu ilk dinlettiği anı iyi hatırlıyorum. Sözlerini anlamadan bile sevmiştim.
   Bu şarkının başı biraz daha yavaş başlayıp ortalarına doğru hızlanıyor. Bizim hayatımızı anlatmanın dışında ritmini de yaşıyor gibi  :)
   16 yaşında küçük bedenlerle küçük kalplerimizle ama mantığımızı asla ekarte etmeden başlamıştı ilişkimiz. Buraya kadar varacağını kim bilebilirdi ki. Midemde kelebekler uçuştuğu, ellerimin terlediği, kalbimin taşikardik seviyedeki halini hatırlıyorum bununla. Belli bir anıyı değil yani bir çok hissi bir arada yaşıyorum. Her anı gözlerimin önüne kısa film olarak gelip gidiyor. Bu fotoğraf akışını başka hiçbir şarkıda bulamadığım için dinlemeye doyamıyorum. Otobüste pencereden uzun tepeleri izlerken, caddede yürürken, evimdeki koltukta uzanırken, durakta beklerken... Her çalışta aynı anlara dönüyorum, bir kez daha aşık oluyorum.
"Cause we were just kids when we fell in love. Not knowing what it was."
💧💧💧

  Benim seçtiğim, dinlerken farklı diyarlara farklı yıllarıma bambaşka anlarıma yolculuk ettiğim iki şarkım bunlardı. Hislerimi de en şeffaf şekilde paylaşmaktan büyük keyif aldım.
 
  Şimdi ben 3 kişiyi bu etkinliğe davet ediyorum. Davet edilenler de 3 kişiyi davet ettikçe etkinlik büyür belki ☺ Etkinliği seven ve isteyen herkes de yapabilir tabiki çok sevinirim, çok. 
Bu şekilde hem bilmediğimiz şarkılar öğreniriz hem de onların hikayelerini. Dolayısıyla ilk dinleyişte hoşlanmadığımız şarkıları bile farklı anıları hatırlayarak tekrar dinleme şansına erişebiliriz.
   Kendinize çok çok çok iyi bakın, hoşçakalııın ❤

Mimlediklerim:
Kağıttan Dünyam
Sade ve Derin
Kaystros Tyrha

Kasım Ayı Meydan Okuması (7. ve 8. Gün)

Meydan okumanın son günlerine yaklaşıyoruuz. Ne çabuk bitiyor ya, çok eğlenceliydi. 7. Ve 8. Günü birleştirip yazdım bugün. Keyifle okursunuz umarıım😄

Hayatında seni yönlendiren en belirgin duygun nedir?

   Bu soruya aklıma ilk geleni söyleyeceğim:

 Merhamet...
   Merhamet kötü bir kavram değil tabi ama aşırısı olunca pişmanlığa dönüyor gibi. Çokk aşırı çabuk affediyorum aşırı çabuk unutuyorum. İnsan bazen kin beslemek istiyor anlıyor musun blog. İntikam gibi şeyler, bir gaza gelmek yeni... Ama olmuyor. Benim gibi üşengeç bir insanın da kin tutması beklenemezdi zaten, üşeniyorum ben. Ne gerek var şimdi kötü olmaya diyorum. Önceden böyle olmadığımı hatırlıyorum ama salmışım artık. Naparsan yap diyorum keyfimi bozamazsın :D


Neden blog yazıyorsun? Blogu sevme sebebin nedir?

İlk olarak Göktuğ'un kardeşinin sahibi olduğu Umut Durakları blogunu okumaya başlamıştım. Açıkçası daha önce blogun sadece ismini duymuştum bu kadar kolay ulaşılabilir ve bu kadar özgür bir ortam olacağını düşünmemiştim. Anıl'ın yazılarını kontrol ediyordum arada yazmış mı diye :)) Sonra sen de yazsana mevzuları oluşunca Göktuğ ile ortak bir hesap açalım dedik. Tek bir yazıyla aramıza katıldı ve gitti sağolsun :D Tek devam ediyorum ama blogun ismini de çok sevdim, böyle kalacak.
   Yazma isteğim, günlük tutma isteğim çok aşırı olduğu için bunları yapmayı çok sevdiğim için burayı da çok seviyorum. Her gün yeni şeyler öğreniyorum. Yeni arkadaşlıklar ediniyorum. Sadece yorumlarda bile sohbet etmek insana güzel hissettiriyor, bayağı güzel. Günlük hayatımdan biraz olsun uzaklaşıp bambaşka dünyaya dalış yapıyorum yazarken ve okurken. İnsanları gözlemlemeyi de çok sevdiğimdendir belki blog dünyasında da insanları  tanımayı seviyorum.
 
  Hepp yazalııım, hiç bitmesin burası 💚

8 Kasım 2019 Cuma

Kargo, Uyku, Fasulye Üçgeni

Seelaaaam, 
   Bu aralar mimlerden yürüyordum. Bayağı hayatımı geçmişimi kendimi tanıttım gibi hissettim. Ben buyum bunu yaparım der gibiydim hepsinde :) 
   Şimdi biraz bugünlerimi anlatayım dedim. Sen bugünlerde farklı napıyorsun ki ne anlatacaksın deme blog içimden geldi :D
   Sabah 10 gibi kargo görevlisinin aramasıyla uyandım. Tam alarm sanıp kapatmıştım ki ekrana bakınca numarayı gördüm. Sabahki sesimi ben bile duymaya tagammül edemediğim için ııh yapıp boğazımı temizleme çabamdan sonra açtım. Adres karışık kuruşuk yazıldığı için onu teyit etti ve 15 dakika sonra kapıdaydı. Heyecanla kargomu açma işlemimden sonra ( yeni gelen kargoya bayılırım😍) yorganımın sesi geldi kulağıma. "Gece çok geç yattın 10 senin için erken" diyordu. Kargocudan önce yüzümü foşurdatmama rağmen gözlerimle yorganın arasına girmedim ve uyudum. Uyansam bilr kendimi geri uyutma gibi gizli bir yeteneğim var benim. Uykuyu sevmeyen insanlara hayran olduğum kadar kimseye değilim vallahi :D Neyse kaçta uyandığımı söylemiyim utanıyorummm.
   Sonra tabi kahvaltı, kahve ders çalışma seansları falan...
   Akşam için de kuru fasulye yaptım. Tazesi olmadığı için ve marketteki paketlilerin de oldukça geç haşlandığını bir arkadaşımdan duyduğum için ilk defa konserve bir şey aldım. Sanırım benim aldığım kuru olanı değildi ama olsun. Ben zaten barbunyayla fasulyeyi bile ayıramam.
   Konserve fasulye nasıl yapılır diye video da izledim tamamdır :D Normalini biliyorum ama ne bileyim belki konserve farklıdır diye düşündüm, değilmiş. Düz fasulye yemeği tarifi... Aşırı çabuk pişti tabi ama farklıydı be. O konserve tadını aldım yani. Pilavla iyi gitti ama çok da sevdiğim söylenemez, o ağızda dağılan fasulye tadı yoktu.
   "Ne anlattın be irem sanki fırında kaburga dolması yaptın" diyor içimdeki ses beni uyarıyor. 
    Ben gideyim. Kargo, uyku ve fasulye etrafında dönen bu yazımı yine içimi dökmek eylemini gerçekleştirmek için yazdım. 
   Hoşçakalıııın daha akıllıca, sanat kültür dolu yazılarda görüşmek üzeree 😄

Hakkımda Bilmediğiniz 11 Şey 🙆

   Merhabaaaa,
   Lerzan Kara'danın başlatmış olduğu, Deep'in de beni çağırdığı bu etkinliği de çok sevdim. Hemencecik soruları cevaplıyoruuum 🙋


Kendinde sevmediğin özelliğin nedir?

   O kadar çok ki sevmediğim özellik, cidden tam benlik soru. Bana en çok zorluk çıkartan yönüm kesinlikle sinirlenince sesimin tonunu ayarlayamamam. İkincisi de kendime karşı çok acımasız olmam olabilir. Buraya tekrar tekrar sevmediğim yönlerimi yazarsam kendimi sevmeyi devre dışı bırakırım diye korkuyorum :)

En büyük takıntın nedir?

   Takıntı mı bu bilmiyorum ama mesela bir mağazada yada küçük bir dükkanda farketmez, o dükkana giren kişi asla satıcıyı yada satış elemanını hor görür gibi üstten bakar gibi " sen " diye hitap ederek konuşmamalı. O kadar çok sinir oluyorum ki buna. Dışarıdayken insanların davranışlarını gözlemlemeyi gerçekten çok seviyorum ve görüyorum ki sen diye hitap edilen insanların suratı bir anda değişiyor, çoğunlukla ekşiyor. Biri yanımda başka birine üstten bakan ses tonuyla "bir bakar mısın, hey sen" diye seslendi mesela geçen gün. Çok sinir bozucu değil mi, bir tek ben miyim bu duruma sinirlenen? Özellikle tavır ve ses tonu çok önemli tabi bunu belirtmeliyim. Çok uzattım yine aman allahım. Gelsin diğer soru :)

Kimsenin bilmediği bir sırrın var mı?

   Yoo, aynı kişinin bildiği birçok sırrım var. Ama sana söylememmm blog :D

 Hayattaki en büyük başarın nedir?

   Şuan hayatımda büyük başarı diyebileceğim bir şey yok benim ya. Daha ne kadar yaşadım ki, iş tecrübem bile yok. Mesela başarısızlıklarımı sorsan çok şeye cevap verirdim. İlk soruda kendime ne kadar zararlı olduğumu söylemiştim hatırladın mı blog bak :D
   Aaa şimdi aklıma basit bir şeyy geldi, çok büyük başarıydı o zaman benim için. 7. Sınıfta okulda her hafta yapılan bir deneme sınavında 34. olmuştum. Başta takmamıştım. Ama tüm arkadaşlarım gün içinde gelip gelip ''İrem noldu sana bir an listede yanlışlık var sandım'' dedikçe devreler yandı bende. Gittim boş bir tuvalette ağladım bir güzel. Nasıl bir hırs yaptıysam artık bir dahaki haftaki denemede 1. Olmuştum. Benim gibi herkes şok olmuştu.Çünkü ben sadece ilk 10'a sonlarından girebilen bir öğrenciydim.  Aklıma gelen en başarılı hissettiğim andı :D Aman ne büyük haz :)))

Seni en mutlu eden şey ya da şeyler nelerdir?

   Güzel bir kahve kokusu, kibar insanlar, güneşli ılık hava, çok beğendiğim bir kitabın daha başlarında olmam falan filan :))

En sevdiğin ünlü kim?

   Bu soruda aklıma ilk gelen ünlü Cem Adrian oldu. Çünkü konserine gitmeden önce onun hakkında hiçbir şey bilmeden sadece şarkılarını çok sevdiğimi ve beni dinlendirdiğini hissediyordum. Konserinde konuşmalarına, tavrına, esprilerine ve özellikle egosuzluğuna hayran kaldım. Seviyorum yani. Bu arada Cem Adrian'ın ses tellerinin normal bir insanınkinden 3 kat uzun olduğunu biliyor muydunuz? O muhteşem sesleri çıkarmak başka bir mucizeyle mümkün olamazdı zaten :)

Şansa inanır mısın? Şans getirdiğini düşündüğün eşyan var mı?

   Şansa inanırım ama ne yazıkki hep şanssızım. Oyunlarda da katıldığım çekilişlerde de bu hep böyle oldu. Belki bir gün yüzüme güler. Gülene kadar çekilişlere babamı sokuyorum. Babam şans abidesi olabilir :) Şans getiren eşya varsa bana da haber verin nolur :D

Hayalindeki meslek ve nedeni? 

   Küçüklüğümden beri annem beni eczacı kızım benim diye severdi. İlkokul birinci sınıftaki okuma bayramımızda eczacı olmam da bu yüzdendi. Sonra bu fikirlerim değişti tabi ama sağlıktan hiç kopmadım, aklımda hep insanlara yardım ettiğime birebir şahit olmak vardı. Sonra bu meslek hayali diyetetiğe ve psikolojiye kaydı. Sonuç değiştiremem tabi, mesleğimi de seviyorum ama sanırım aklımda hala bir psikoloji var, inkar edemem :)

Kafan bozukken yaptığın şeyler nelerdir?

Eğer bir şeyden dolayı kafam bozuksa onu düşünmemek için temzilik yapabilirim dizi film izleyebilirim.Bana onu düşündürtmeyecek her şey yani :D Eğer birine kafam bozuksa da uyurum net.

En sevdiğin film ya da dizi?

   En sevdiğim dizi için bir çok seçeneğim var , aklımda deli sorular. Tek bir cevap vermem gerekiyorsa en son 9. Sezonunu izlediğim "The Walking Dead" demek istiyorum. Film olarak da "Babam ve Oğlum" diyeceğim. Defalarca izleyebilirim. Her seferinde Göktuğ ile ağlamak suretiyle izleyebiliriz.

Kendine hangi sorunun sorulmasını isterdin ve cevabın ne olurdu?

   Çok ütopik bir şey değil benimki. Son 4 senedir neden hemşireliği seçtiğimi soruyor neredeyse herkes? Ben de buradan bir açıklık getiriyim diyorum, yine kimse duymayacak olsa da..
  Daha bugün kurstan yeni tanıştığım bir arkadaşım da bana bu konudan bahsetti. "Çok sosyalsin ve tatlı bir sohbetin var" dedi önce. Devamında da "Hemşirelik mesleği sana pek uygun olmamış sanki" dedi.
   Ellerimi yanlara açıp yüzüne doğru "Neden?????" demek isterdim ama otobüse binmek zorunda olduğumuz bir andı ve soramadım, geçti.
   Yani sosyal ve hoş sohbet olmam için teşekkür edebilirim belki ama sen hoş sohbet olmamdan memnunsan hasta ve yakınlarının da bundan memnun olmasını istemez misin? İnsanlar bunca yıl hemşirelerin suratsız ve kaba olduğundan yakınırken biz ısrarla bunu değiştirmeye çalışan bir nesilken bunu söylemek niye?
   4 sene boyunca bu aşılandı bize, abartmıyorum gerçekten. En az haftada bir hocamız illaki şu cümleyi kuruyordu: "Yatakta yatan ya da yanında bekleyeni kendi anne veya babanızmış gibi düşünmeyi unutmayın."
Bu cümle hala benim beynimin içinde yankılanır, hasta odasına her girişimde de yenilenir, güçlenir.
   Bizim de kendi sorunlarımız olabilir ve bazen gerçekten suratsız olabiliriz tabiki, ama şuan bizim haklarımızdan değil genel hemşirelik durumundan bahsettiğim için bu konuya girmedim.
Neyse sonuç olarak mesleğimi isteyerek seçmedim, ama şuan geliştirmek için kendimi adayacak kadar çok seviyorum. Eğer sohbetim iyiyse hastalarımla da yanındaki çoğu zaman çaresiz hisseden yakınlarıyla da bunu paylaşmaktan çekinmek istemiyorum. Ben boşuna sağlık seçmedim, insanların yüzündeki gülümseme odadan çıkarken her şeyime bedel oluyor.
                        ................................
Eveet bir mimi daha çok konuşarak sonlandırıyorum. İsteyen herkes yapsın bunuu. İçimi döktüm yahu, pirüpak oldum yine. Kısa sürmez umarım 😄

Kendinize çok iyi bakııın 💜

Lösemili Çocuklar Haftası ( 2-8 Kasım)

   Türkiye' de her gün 16 yaşın altında 1200-1500 yeni lösemili çocuk vakası bildirilmekteymiş. 
  Şu sayıya bakar mısınız? Küçücük bedenleriyle, kocaman bir kanserle kocaman tedavilerle savaşmak zorunda kalan çocuk sayısına bakın. 
   Daha geçen sene çocuk onkoloji bölümünde çalışan arkadaşım her öğle arası gelip bir hastamı daha kaybettim diyordu bana. Sadece bizim hastanemizde her gün birinin savaşı sona eriyordu. Bu çocuklar neden tek başlarına savaşsınlar ki, neden ilik nakli bekleyerek kaybetsinler hayatlarını? 
   Hastaneye gittiğimizde her genel tarama için 4 tüp kan veriyoruz. 
   İlik nakli için sadece 3 tüp kan vererek bağış bekleyen bir çocukla kök hücrelerinizin uyuşma şansı yakalayabilirsiniz. Şans diyorum çünkü küçücük bir kalbe ışık olmanın mutluluğu tarif edilemez öyle değil mi? Hem onun küçücük kalbinin hem de ailesinin hayata dönmesini sağlayabiliriz. Bedava kök hücrelerimiz sürekli yenilenebiliyorken neden hasta olana bunları vermeyelim ki... 
   Geçen sene Kızılay'a kök hücrelerimi, Kemik İliği Bankasına koymaları için vermiştim. Engel olacak hiçbir hastalığım olmadığı için de kök hücrelerimin bankaya koyulduğunu yazan mesajı aldığımda dünyalar benim olmuştu, inanın. 
  Şimdi Kızılay'dan her mesaj geldiğinde sanki biriyle uyuşmuş da benden tekrar nakil için izin isteyeceklermiş gibi hissediyorum.
   Hala bir haber yok ama umutla bekliyorum. Etrafımdaki herkesin de bu umudu yaşamasını yaşatmasını istiyorum.


 Siz de o çocukların umutlarını yeşertmek, ümitlerine hayat olmak istemez misiniz?
   

Ayrıntılı bilgi için Kızılay'ın kök hücre için bilgilendirme yazısının linkini bırakıyorum:



Geçen sene kök hücre bağışı yaptıktan sonraki düşüncelerimi ve bu aşamayı ayrıntılı anlattığım yazımın da linkini bırakıyorum:






6 Kasım 2019 Çarşamba

Kasım Ayı Meydan Okuması ( 5. ve 6. Gün )

   Mimlere yetişmekte zorlanıyorum deseem 😄Ama hepsini de yapmak istiyorum. Şuan tam yazacak havamdayım hepsine yetişmeye çalışıcam. Dünün konusuyla bugünü birleştirip sunuyorum şimdi :

Gözünü kapat ve hayal kur. Şuan nerede olmak ne yapmak istiyorsun, anlat bize.

   Şuan bir sahilde şezlonguma uzanmış kitap okumak istedim dalga sesleri eşliğinde. Ama çok büyük dalgalar değil korkarım yoksa :) Hafif bir rüzgar esiyor, ne terleten ne üşüten. Hafifçe vücuduma değip kaçıveren... Sahilde kumlarla oynayan çocukların sesleri geliyor kulağıma. Buğday tenli olanı ''Elini o kadar sokma köprünün altına yıkılacak şimdi'' derrken yıkılıyor kumdan köprü. Esmer olan üçüncü çocuk da tam kovasına su doldurup köprünün altına dökmek için denizden geliyordu ki yıkılmış köprüyle birlikte o da yıkılıyor, kalakalıyor. Yüzündeki ifadeye kahkahalarla gülüyorum. Bir daha asla aynı güzellikte yapamayacağını düşünüyor belli ki. Güldüğümü farketmiyor tabiki, gözü kimseyi görmüyor
   Gözlerimi kapatıp kendi köprümüzü yaptığımız zamanlara gidiyorum birden. Bozan kişi tamiratını da tek başına yapardı, kural buydu bizde :D Buz gibi maden sodamdan bir yudum daha alıp kitabıma gömülüyorum yine sonsuz huzurumla...



Bir şehir olsan hangi şehir olurdun? Neden?

   Ben net İzmir olurum şuan. Ha çok bir şehir mi gördün dersen görmedim blog. Ama Balıkesir olmayacağımı biliyorum. İnsan memleketinin ismine de cismine de bu kadar mı alışamaz, alışamıyor işte.
   İzmir' de iki defa kayboldum ve ikisinde de bana aşırı yardımı olan insanlarla denk geldim. Etrafımda İzmir'e yeni gelen arkadaşlarımdan da aynı şeyi duydum hep. Kime yol yordam sorduysam hoşgörüyle hatta hemşehrilikle cevap verdi dediler. İzmir böyle gelmiş böyle gidiyor diye düşünüyorum. Ben de bana yol soranlara, o yol sorduklarımdan gördüklerimi uyguluyorum :) İzmir benim özgürlüğümü bulduğum şehir, insan için daha ne önemli ki :) Yeterinde özgür hissedemediğin yerde yaşamak ister misin? 


Bugünü de yazıp çizdiğime göre kısmet yarına olsun. Hoşçakalıın 😉




10 Yaşıma Uzanan Mektup - Mim

   Mimi Deep (Sade ve Derin)'in blogundan okuyunca çok heyecanlandım ve yapmaya karar verdim. Sevgili Sessiz Umman başlatmış. Deep sayesinde onun da blogunu keşfetmiş oldumm. Mimi cevaplayan arkadaşlarımın mektuplarını da okumaya doyamadım. 🙆
   Aslında bu mimde sadece 13 yıl öncesine gideceğiz. Okuduğum blogger arkadaşlarımın içinde 50 yıl öncesine gidenler olduğu için bana çok da bir şey anlatamayacakmışım gibi geliyor mektupta ama olsun. Bir başlayalım belki gelir gerisi. Belki de o 10 yaşındaki kıvırcık kıza söyleyeceklerim çoktur.


    Sevgili kıvırcığım,
   Öncelikle şuradan başlamam gerekir ki ileride bu gür saçın hala var olacak ama kıvırcıklığından eser kalmayacak. Çünkü annen saçlarını kısa kesecek çok yakın bir zamanda. Eğer o sınıfındaki ismini hatırlamadığım kız yüzünden bitlenmeyi önleyebilseydin saçlarının kesilmesini de önleyebilirdin belki bilmiyorum.
   Şuan hayata dair çok amacın yok biliyorum. Sadece annenle baban artık kavga etmesin istiyor olabilirsin, çok şey yaşadın biliyorum. Ama kötü günler geride kalacak, daha iyiler. Aklın orada kalmasın.
   Liseye kadar çok başarılı devam edeceksin derslerine. Evet Fen Lisesi kazanacaksın ailenden pek de uzağa gitmeyeceksin ama yurt deneyimi yaşayacaksın. Bu yurt deneyimi hayatın ve seçimlerin için inanılmaz şeyler katacak sana, erken olgunlaştıracak seni.  Ve seni üzmek istemezdim ama lisede derslerinde çuvallayacaksın. Hazır ol diye söylüyorum bunları sana. Şok olma nolur. Sadece hayatın keyfini çıkar. Sen çıkarsan da çıkarmasan da yıllar geçiyor.
    O lisede mutlu olmanı sağlayacak tek şey ikinci sınıfta tanıştığın erkek arkadaşın olacak. Ona sımsıkı tutun dememe gerek yok, çünkü hayattan azıcık da olsa tat almayı ancak onun sayesinde başarabileceksin. Söylememe gerek yok sanırım ama hala onunlasın.
   Ha bu arada okuldaki yönetime ve hocalarının bazılarına gerektiğinde karşı çıkmayı bil lütfen.
   Ailenden çok fazla destek görmeyeceksin bu konuda, 'her zaman öğretmen iyisini düşünür' diye yetişmişler haksızlık etmeyelim ama sen tek başına karşı çıkabilirsin hepsine. Seni ve arkadaşlarını sadece yurtta kaldığınız için aşağılamaya kalkan okul müdürü sana bağırmaya yeltenip okuldan atmakla tehdit ettiğinde ve din öğretmeninin sana bir konuda iftira attığında lütfen ileride mutlaka onların karşısına çıkacağını söyle. Ne yaparlarsa yapsınlar bildiğin yoldan dönme, sen doğrusun, onlar kötülüğün vücut bulmuş hali.
    Üniversitede hiç tahmin etmediğin bir şehri ve neredeyse Z planı olarak gördüğün bir mesleği kazanacaksın. Ama merak etme o direttiğin sağlık alanındasın. Hatta yüksek lisans için diretiyorsun şimdi de :) Bu konuda son söyleyeceğim şey lütfen İngilizce'ye yabana atma ve kendi başına da bir şeylere çabala.
   Çevrendekiler bu meslek seçimin yüzünden ne kadar sırt çevirse de sana, umursama. Hepsi, özellikle annen en sonunda kabulleniyor bu durumu, yeter ki sen mesleğinin ve seçiminin arkasında dik dur. Ağlamaktan bunu pek başaramayacaksın ama dene.
    Kendini bazı anlar yalnız bazı anlar çaresiz hissedeceksin. 'Bu halim ebedi kalacak bu durum asla düzelmez' diyerek uyuduğun günler geçiyor güven bana. Bitmez dediğin her günün ardından o güneşi batırıp ertesi gün yepyeni bir güne uyanıyorsun.
   Üniversiteyi kazanarak gittiğin şehirle birlikte ruhunun her yerine işleyecek özgürlük ve sen kendini bulacaksın tam anlamıyla. Kendin gibi hissederek düşüncelerini söylemekten pek de korkmayacaksın. Kendini tanıdıktan bir süre sonra da blog yazmaya başlayacaksın. Öyle tuhaf tuhaf bakma kağıda, şuan b'sini bile bilmiyorsun biliyorum ama karşına çıktığında düşüncelerini açıklayabildiğin bu yeri bulduğun için çok seveceksin.
   Görünüşünü ve kullanmaya yeni başladığın gözlüğün sana yakışmadığını kafana takmamaya çalış, Lise sonda o gözlükten lense geçiş yapacaksın ve arkadaşların evrim geçirdiğini düşünecek. Çok şaapma yani, geçecek 😁
    Gülüşün hala değişmedi. Sana kapı zili lakabını takacak olan sevgilin her an bu zili çalmaktan çekinmiyor.
   Hala insanlarla telefonda konuşmayı çok sevmiyorsun. Hala az arkadaşın var ve bu durumdan mutlusun. Annenin seni düzeltmeye çalıştığı şu konu var ya sinirlendiğinde sesinin yükselmesi durumu hani. Hah bu durumu biraz törpüleyeceksin ama yeterince iyi olamadın hala.
  Ve sana yalvarıyorum çevrendeki herkesle bol bol fotoğraf çekin, onları her mutlu anda konuştur çektiğin videolarda. Çünkü daha sonra elinde bir tek o güzel anılar kalacak.
   Son olarak lütfen yakın sandığın arkadaşlarına bile içindekileri tamamıyla anlatma. Üzüleceksin onları yüzüne vurduklarında.
   Sana söyleyebileceklerim bu kadar Küçük Ben.
   Gülüşünü hiç kaybetme. Yıllar çabuk geçiyor.
   Seni sen olduğun için çok seviyorum


İmza
23 yaşındaki Sen
6 Kasım 2019 / 18.30

Ben mimlenmeden fikri çok sevdiğim için yaptım. Okuyan ve 10 yaşına seslenmek isteyen tüm arkadaşlarım yapabilir tabiki, hepsini okumaktan büyük mutluluk duyarım. , Benim mimlediklerim de şöylee:

Esaretsiz Tilki
Yaşamdan Yazılar
Nuroviç

Hep sevgiyle kalııın💓

 

Yaşanılası

  Allah der ki “Kimi benden çok seversen onu senden alırım”…. Ve ekler: “Onsuz yaşayamam” deme, seni onsuz da yaşatırım.   Ve mevsim geçer, ...