18 Nisan 2018 Çarşamba

Şizofreni, Münazara, Kermes, Diziler, Nefes Alabilmek 😉

     

     Uzun zamandır nerelerde olduğunu bilmediğim ve aslında peşinden de koşmadığım bir yazma hissi geldi yine.        
 Nihayet geldi.
     Bugün tam 1 ay olmuş. Bu ayın yarısında yoğundum yarısında da bomboştum ama niye yazamadım bilmiyorum. Aslında birçok şey yaptım ama yazıya dökemedim. 
     Psikiyatri stajına çıktım mesela. Hayata ve insanlığa bakış açımı çok değiştiren bir ders ve staj olduğunu söylemeliyim. Bir konuya daha olan önyargılarım parça parça dağıldı ve ben bu durumdan nasıl mutluyum nasıl mutluyum yeterince anlatamam kimseye ! 
     Stajın bir gününde iki gruba ayrılıp bir münazara gerçekleştirdik. Biz 'Şizofreni ismini şuan başka bir isimle değiştirsek, toplumun bu hastalığa bakış açısında bir değişme olmayacağı' fikrini savunduk. Karşı taraf da 'değişeceğini' savundu. Hoca konuları verirken bize verilen konuyu içimden çok istemiştim ve oldu. Grubumdakilerin isteğiyle iki sözcüden biri bendim. Konuşabildiğim kadar konuştum. Ama benim konuşma süremden sonra bir daha konuşmamın yasak olduğunu bilmiyordum ne yazık ki. Grubumdaki kişilerin  konuşmasına sıra gelince de sağ olsunlar ağızlarını bıçak açmayınca iyice yıkıldım yani. Sonunda bir kazanan seçilmedi ama eğer seçilseydi kesinlikle karşı taraf kazanmalıydı. Çünkü bana göre yanlış olan bir fikri çok güzel savundular, bu yüzden de onları tebrik etmeden duramadım zaten. Oldukça şaşırdılar tebrik etmeme, bence bu kadar şaşırılmamalıydı, hak eden bir taraf varsa bu belirtilmeliydi. Ben de bunu yaptım.
  
    "Neden isim değiştirmeye çalışmak gibi bir iş yükünün altına girelim ki. Buna harcayacağımız iş yükünü insan gücünü ya da medya gücünü neden Şizofreni ismini normalleştirmek için kullanmıyoruz. İnsanlar ancak çok fazla duyduğu hastalık isimlerine karşı ön yargılarını kırabiliyorlar. Mesela diyabet mesela hipertansiyon mesela kanser... Biz bu isimleri o kadar çok duyduk ki bunları duyduğumuzda şaşırmıyoruz artık. Şizofreniyi de böyle normalleştirmeye çalışsak daha iyi olmaz mı? Şizofreni hastalarının insanlara korku vermesinin normal olmadığını, aslında bu insanların karıncayı bile incitemeyecek bir psikolojide olduklarını anlatsak mesela, ki inanın öyleler. Medya bir de böyle konularda yazı yazmaya çalışsa... Değiştirmek yerine Şizofreni ismini bağıra bağıra üstüne basa basa söylemeliyiz ki toplum bunun bir utanç kaynağı bir tehlike kaynağı olmadığını anlasın."
  

 İşte kısaca böyleydi grubumun iki sözcüsünden biri olarak benim anlattıklarım.

      Lütfen söyleyin bana, gerçek münazaralarda da sözcü ilk konuşmasından sonra konuşamıyor mu? Yani ilk defa bir münazaraya katıldım ve bayıldım ama bunu doğru bulmadığımı söyleyebilirim. İçimde kaldı söyleyemediklerim ya. Ben de geldim Taha'nın başını yedim anlattım hepsini. İyi ki o da benimle aynı fikirdeydi, diğer fikirde olsaydı boyutlar ne olurdu bilemiyorum :D Durduramazdım sanırım kendimi 😋

DAMGALAMA, DESTEKLE!

       İzmir Şizofreni Dayanışma Derneğini de ziyaret ettik. Bu derneğe yardım adına okulda fakültemizin önünde bir kermes düzenledik. Bir başka staj grubu da piknik organize ettiler. Bu hastalarla iç içe olmak bana büyük mutluluk verdi daha önce tatmadığım. Çünkü teorik derslerden sonra yüz yüze de bu hastalığı tanıyınca kırıldı ön yargılarım. Bu mutluluğumu ve sebebini etrafımdaki herkese de elimden geldiğince anlatmaya çalıştım ki kelebek etkisiyle herkese ulaşabiliriz belki diye. Tabi ki benim anlattıklarımı hissettiklerimi önemsemeyip aynı ön yargılarla hayatına devam etmeyi tercih eden insanlar da vardı bu süreçte. Olmaya da devam edecekler.
    

                                              Kermese yardımı olan herkese tekrar teşekkürler
   
Hazırladığımız farkındalık pankartlarından birkaçı

          Sinirlendiğim ya da üzüldüğüm böyle meselelerde ben sinirlendikten hemen sonra ''Şuan bu yapılanı ben yapar mıydım?'' diye soruyorum kendime ya da ''Benim en en yakınımdaki biri yapar mıydı?''. Eğer 'yaparım veya yapar' diye cevap veriyorsam o an karşımdakine asla kötü söz söylemem ya da eleştirmeye devam etmem. Çünkü ben daha kendimi düzeltememişken, daha en yakınıma anlatamamışken doğru davranışı nasıl başkasından yapmasını bekleyebilirim ki. Taha'nın başlangıçtan beri her tartışmamızda bana empatiden bahsetmesiyle başladı bu. Biraz zor oldu ama öğretti bana bu harika yöntemi.
      Daha önceden bunu sinirlendiğim anda gözlerimi kapatarak yapıyordum haayl etmek ve düşünmek için ama artık geliştirdim sanırım kendimi, açıkken de yapabiliyorum :D   
      İşte bu meselede de bu yöntemi uyguladım. Ve ne oldu tahmin edin. Sakinleşemedim. Çünkü ''Şizofreni hastalığı hakkında size biraz bilgi vermek istiyoruz sizin için uygun mu acaba? Broşürlerimize de bakabilirsiniz.'' diyen öğrencileri ne ben yanımdan kovabilirim ne de en yakınımdan biri kovabilir. İlgilerini en çekmeyen bir konuda da olsa öğrencinin ilgisi varsa onu dinlerler. Sadece kısacık bir bilgi ya, Bizi dinler gibi bile yapabilirdi. Belli ki bilgisinin olmadığı bir konu, eğer bilseydi, herhangi bir zamanda genelde 15-30 yaş arası ansızın ortaya çıkabilen bir hastalık olduğu için ilgiyle dinlerdi. Ama biz insanoğlu sadece başımıza gelince öğreniyoruz. Keşke hep birlikte düzelsek ama nerdee! O yüzden sakinleşmek için çözümler üretmek kısa vadede sorun çözebiliyor.

      Vizelere gelirseeek, onları da geçirdik tabi bu yazı yazmadığım süreçte. Taha, orta derecede geçtiğini söylediği birinci vizelerini atlattı, gelsin ikinciler. Ödevlerle boğuşmakla meşguldü eve gitmeden önce , Ve hala meşgul bir şey değişmiyor. 
     

     Ve evet evlerimize gittik. Aslında niyetimiz erken dönmekti ama oluşmuş ve kalıplaşmış özlemden dolayı dönemedik. Burada ne kadar iyi olsak da lisede yatılı olmanın verdiği zorunluluktan dolayı her ne kadar uzakta olmaya alışmış olsak da, ailelerimizi özlüyoruz. Yüz yüze dertleşmek bile çok ayrı telefonda konuşmaktan. Evin rahatlığını söylemiyorum bile :D
     Bu sürede dizi olarak La Casa De Papel bitirdik. Evet çok övüldü. İstisnasız her yerde karşıma çıktı ,yorumları okumamak için direndik ve izledik. Güzeldi, çok güzeldi. 'Odaklanmam gerekiyor' demem gereken hiçbir yer olmadı ,çünkü zaten gözümü ayırmıyordum ekrandan. Dizinin içeriğini ,oyuncuları, karakterleri falan anlatmayacağım ,kimseyi bıktırmak istemiyoruum. İzleyin izlettirin, ben öyle yapıyorum. İzleyip beğenmeyenler de oldu fakat onlar, dizinin övüldüğü kadar olmadığını söyleyen kesim. 
    Şimdi de Desperate Housewifes dizisine başladım. Küçük bir kasabadaki olayları konu alan dizi, ilk bölümde kasabanın sakinlerinden bir kadının sır intiharını konu alıyor. Dizi, bu ölen kadının dilinden tanrısal bakış açısıyla anlatılıyor. Kasabadaki hayatı ve hayata bakış açıları birbirinden tamamen farklı olan 5 kadının yaşamı göz önüne seriliyor. Ve olaylar gittikçe gelişiyor. Daha 1. Sezonu yeni bitirdim. 2004-2012 tarihleri arasında çekilen diziyi şuan izlemek bana keyif verse de oldukça geç kaldım evet ,çünkü kendimi komedi sevmediğime ve sadece gerilim sevdiğime inandırmışım. Benliğini bu kadar yanlış tanımak imkansız olmalı ya, tanımıyormuşum ben net. Breaking bad izledikten sonra aile yaşantısını ayrıntılı işleyen dizileri de çok sevdiğimi anlamıştım ama bu diziyi seveceğimi düşünmemiştim açıkçası. Bir de Türkçe uyarlamasını izlemişken, az çok karakterleri ve olayları biliyorumdur düşüncesiyle bir türlü başlayamamıştım. Alakası yokmuş birbiriyle gerçekten.

Geç kalmışsın İrem! 

    İki diziye daha başladım ama onların ayrıntılı yazılarını daha sonra yazmak istiyorum. Yalnız sadece şunu söyleyeceğim: biz dizi senaryolarında, çekimlerde falan zirvelere ne zaman çıkmışız hiç haberim olmamış pes. 
Bu aralar olan planlarımızdan bahsedecek olursam da şöylee: 

    Taha yarın sabah İstanbul'a uçuyor Amerika vizesi almak için. Akşam uçağıyla da geri dönecek. Sonra tekrar ödevlere dalmaca sanırım.
    Bense bu aralar bomboş gibi bir şeyim yine.Nefes aldığımı hissediyorum. Bol bol yazı yazmayı ve KPSS çalışmayı planlıyorum umarım yapabilirim. Bomboşum dedim ama yarın sadece bir dersimin olması, saat 2'de olması ve sadece yarım saat sürmesine ne demeli? Bütün günümüzü almak için kurulmuş bir komplo gibi. Sonrasında kızlarla gezmelere çıkabiliriz belki hiiiç bilmiyorum. Şimdilik kaçıyorum.



Kendinize hep iyi bakın..
Hoşçakalıın 😉😉😉


18 Mart 2018 Pazar

Tatil, Vizeler, 'Ailecek Şaşkınız' 🎬

Bu aralar yazı gelmiyor evet.

 Aslında yazmak ve yoğunlaşmak istediğim konular vardı ama Taha yı bekledim açıkçası. Çünkü bir kitabı daha yeni bitirdi, onun inceleme yazısı yazmasını bekliyordum fakat bir türlü yazamayınca benim yazı fikirleri de öylece kaldı. 

Ben de bloğa yazmadığım zamanda neler yaptığımı hayatımızda neler olduğunu anlatayım dedim. 

Bu aralar yoğun değilim aslında (Daha yoğunları da oldu :)). Sadece geçen hafta bir sınavıma girip sonrasında evime gittim. 1 hafta evde kalıp döndüm. Döndükten 2 gün sonra bir sınavım daha vardı. Aslında eve gitmek için biletimi alırken aklımda 4 gün kalıp dönmek vardı . Çünkü evde sınava çalışamıyorum. Nedenini hiç bilmiyorum, aslında seçemiyorum diyelim. Belki de alışkanlık , yani bana en makul sebep bu geliyor. Sadece 14 yaşıma kadar o evde sınavlarıma çalıştım. Şimdi geriye dönüp bakınca ilk 7 yılımı orda çalışarak , son 7 yılımı da yurtta çalışarak geçirmişim. Yani evde çalışamamam ,kendimi verememem ve dikkatimin dağılması normal dimi? 7 yıldır ben eve sadece ailemi görmek, onlarla vakitt geçirmek ve dinlenmek için gidiyorum sonuçta. Annemle babamla sohbet etmek varken niye odama sıkışıp ders çalışayım dimi ama :D


   Her neyse, 4 gün kalacakken annemden bir telefon gelince biraz daha fazla kalmaya karar verdim. Çünkü sesi inceldi 4 gün kalıp döneceğimi öğrenince. Çünkü ikimiz için yaptığı planı bozulmuştu. 8 mart için düzenlenen bir eğlenceye benimle katılmak istemiş sadece , bu yüzdendi sesinin incelmesi. Ama yine de bana belli etmemeye çalıştı. Annelik herhalde bu. "Ben üzüldüm ama o üzülmesin çünkü uzakta" düşüncesi sanırım. Telefonu kapattıktan sonra ben de daldım bir yerlere, gözlerim ıslandı. Sonra Taha anladı sesimden bir şeyler olduğunu çünkü benimki de incelmiş :D.  "Bu kadar üzülmene kafana takmana hiç gerek yok git sen istediğin sürece orda da çalışırsın" deyince tabi benim ancak birinin cesaret vermesiyle ateşlenen cesaretim olduğu için gittim.
 Çalışmadan döndüm. 2 gün çalışmayla girdim dersin ilk vizesine. İyi geçti ama iyi sonuç gelmeyeceğinden eminim. Çünkü eve gitmeden önce girdiğim sınav da iyi geçmişti ve sonuç beklediğim gibi gelmedi.

   Çünkü ben 'sadece sözel' olan derslerin sınavlarını yapamıyorum. Bana Latince hastalık isimleri sorsunlar, bu hastalıkların özelliklerini birbirleri arasındaki farkları sorsunlar, bu belirtilerdeki tedavi planın nasıl olur desinler, şu belirtiler görüldüğünde hangi hastalığı düşünürsün desinler falan. İşte bu türlerde çalıştıklarımın karşılığını alabiliyorum ama diğerlerinde değil maalesef.

   Evdeyken gittiğim kadınlar günü için düzenlenen eğlence gayet güzeldi. Önemli olan annemle teyzemlerle kuzenimle geçirdiğim vakit olmasıydı tabiki. Sadece sanırım ben içki içilen kalabalık ortamlarda kendimi rahat hissetmiyorum, bunu bir kere daha fark ettim. Herkes özgürdür, istediği şeyi içebilir, etrafına zarar vermediği sürece tabiki. Sadece benim alışık olmadığından kaynaklanıyor sanırım ama bunu aşmalıyım, daha bir çok ortama zorunlu olarak girmem gerekecek hayatım boyunca ve diken üstünde olmamam gerekiyor bu basit ayrıntı yüzünden.


    Çarşamba günü sınavdan çıktıktan sonra Taha ile Konak'ta buluşup 'Ailecek Şaşkınız' filmini en güzel şekilde izlemek için doğruca Folkarttaki CinemaPink e gittik. Valla burayı öve öve bitiremem. hem rahat koltuklarıyla konfor sağlıyor hem de biletinin ucuzluğuyla kendine çekiyor her yeni film vizyona girdiğinde. Böyle dediğime bakmayın,  okullar açıldığından beri sinemada izlediğimiz ikinci filmdi bu. yani öyle sinemaya para ve vakit harcayamıyoruz her zaman. Yalnız  en son biletler öğrenciye 10 tl idi. Şimdi gittiğimizde 14 tl olduğunu öğrendik. Kötü olmuş, bu nasıl insafsız zamdır. Yine de hakkını yiyemem diğer sinemalardaki konfora ve kaliteye göre fiyat hala iyi durumda sayılır. Şu koltuklar oturmak için değil yayılmak için koyulmuş buraya :D


     Filme gelecek olursak, bizce çok güzeldi. Film boyunca sürekli kahakahalarla güldük de diyemem ama hep bir gülümseme vardı yüzümüzde. Senaryo biraz daha iyi olsaydı çok daha güzel bir film çıkacakmış ortaya sanki. Hızlı sahne geçişleriyle ve yaratıcı göndermeleriyle yapılan şakalar, filmi içeriğine rağmen sıkmadan izlettirmeyi başarıyor.Zaten Ahmet Kural'ı da Murat Cemcir'i de çok seviyoruz. İkisi de aslında basit olan ve sonunu tahmin edebildiğimiz sahneleri samimiyetleriyle, oyunculuklarıyla öyle taçlandırmışlar ki hiç sıkılmadık. Birbirlerine uyan kimyalarına diyecek söz yok gerçekten. 

Filmde Saadet Işıl Aksoy da eğlenceli rolüyle çok güzel bi oyunculuğa imza atmış bence. Komedi dalında ilk defa oynamış ve iyi bir iş çıkarmış diye düşünüyorum.
Fakat bunların üstüne bizim izlediğimiz komedi filmlerinin çoğunda olan ve oynadığı bütün filmlere renk katan Cengiz Bozkurt'u yine büyük bir keyifle izlediğimizi söylemeden geçemem. Filmin sonunda değerlendirme yaparken ikimizin de ilk söylediği şey: " Yine güzel bir komedi ve yine Cengiz Bozkurt! '' .

Filmde Ahmet Kural'ın söylediği bir söz ikimizin de dikkatini çok çekti:

" Aslında herkes ilk görüşte aşık olur sadece bazıları bunu geç fark eder."
İlk görüşte aşka inanmayan bir çift olarak ikimiz de birbirimize dönüp 'Acaba mı? ' dedik.

   Son olarak filmin iyi yanları ve kötü yanları olsa da stresli bir haftanın üstüne 110 dakika sizi hayattan biraz olsun koparıp güldürecek ve deşarj olmanızı sağlayacak bir film. Fakat yine de bir 'Düğün Dernek' değildi söylemeliyim


Yani gülmekten öldürdü diyemem.
Öldürmedi, güldürdü demeliyim😂


Hoşçakalıın, kendinize iyi davranıın..




7 Mart 2018 Çarşamba

Her Telden Alışveriş

   Merhabaa 

   Ara ara 2-3 aydır aldığım küçük küçük şeyleri toplayıp bir alışveriş yazısı yazmak istedim. Alışveriş yazısı olarak şunu aldım bunu aldım demenin mantıklı ve yararlı olma ihtimali düşük gibi geliyor bana, o yüzden aldıklarımı bir süre kullanıktan sonra yorumlarımla beraber yazmak istedim. İnternetten aldıklarımın bulabildiğim kadarıyla linklerini yazımın en altına bırakıcam.

                                     

   Bir de bu konuya el atayım bakalım neler olacak 😁 Başlayalıım




   Amway G&H Protect Roll-on: Aslında bunu başta Amway in tanıdığım bir temsilcisinin önerisiyle almıştık annemle. Çok memnun kalınca almaya devam ettik, yıllardır kullanmama rağmen bu benim aldığım 2. tüp. Çünkü piyasadaki çoğu roll-on gibi bu da alüminyum içeriyor. Bu yüzden de ilki bittikten sonra uzun süre kullanmama kararı almıştım fakat gerçekten terlemeyi bitiriyor diyebilirim, çok az bir terlemede de hiçbir kötü koku olmuyor gerekli durumlarda özellikle yaz aylarında diğer deodorantlarımın yanında bunu da kullanabilmek için satın almak istedim. gittigidiyor.com dan aldım. 23 tl gibi bir fiyatı vardı.



   IDC Color Pin Up Blush Me Allık: Eve shop a girdiğimde indirimde bulup aldığım bir allıktı.  Baştan üzeri pırıltılı gibiydi fakat üzerinden biraz kullanınca pırıltısı matlığa dönüştü. Şimdi daha çok sevdim. Daha da allık almam bana çook uzun süre yeter bu. Fiyatı 10 tl idi.

   Pastel ProFashion Eyebrow Duo- İkili Kaş Kiti:  Bunu da Eve shop tan merak edip aldım. İki rengi vardı, bu bana daha uygun olur diye aldım. Açık renk kısmı vazelin gibi kaygan, ıslak bir yapıda, koyu renk olan kısmı da toz halde. Açık rengiyle kaşı şekillendirip koyu rengiyle de sabitlemem gerekmesine rağmen koyu renk kısmı gerçekten çok koyu geldi kaşıma. Sadece açık rengini kullanıyorum, üzerine de kaş jelimi çekince cuk oturuyor valla. Fiyatı 13 tl idi.

                                            
   Allık Fırçası: Aliexpressten aldığıma çook sevindiğim bir ürün daha. Evet yüzüme sürdüğüm için tehlikeli olabilir mi diye düşündüm. Kılları yıkadıkça dökülür mü diye de düşündüm ama yine de aldım annem ile kendime birer tane. Ve tek kelimeyle harika, bayıldık. Yıkadıktan sonra hemen kullanmıştım yumuşacıktı hala öyle. Yaklaşık 3 haftada geldi kargom.Teşekkürler Aliexpress 😂 Benim alışveriş yaptığım satıcıda fiyatı 1.26$ idi.



    Flormar oje (Şuan yanımda olmadığı için fotoğrafını koyamadım): 412 Numaralı yeni aldığım ojem.Aslında hiç bu kadar açık renk oje olmayı düşünmüyordum çünkü 7-8 yaşlarındayken beyaz oje maceram çok kötüydü kireç gibi bir rengi vardı aldığım ojenin ve esmer ellerime hiç mi hiç yakışmamıştı yani. Bu ojenin onun gibi olmamasını umarak aldım, umduğum gibi de oldu. Gayet güzel , tek katta alacalı bir görünüm olsa da 2. Katta inci rengi gibi bir renk oluşuyor. Çok temiz görünüyor. Ama bu oje fiyatları çok arttı valla artık tutucam kendimi almamak için. Fiyatı 3.5 tl idi.
   Note oje: 16 Cinnamon rengi , aldığım en güzel oje, tutamadım kendimi. Bu ojeyi nasıl aradım nasıl aradıım anlatamam. Şu mevsim bu mevsim ojesi diyemeyeceğim çünkü ben hep benzer renkleri kullanırım zaten bitene kadar da sürekli kullanırım bunu eminim. Pinterestte görünce o kadar beğendim ki hemen almalıyım bu rengi dedim ama hüsran 😖 çünkü hemen bulamadım. En son Çankaya da girdiğim bir Rossman mağazasında buldum. Gözünü sevdiğim Rossman 😂 Fiyatı 4,99 tl idi. Gereksiz bir pahalılık ama Note ojeler böyle oluyor herhalde.







   Avon Care El ve Tırnak Kremi: Gliserin, E vitamini ve Kalsiyum içeren vazgeçemediğim el kremim. Asla yağlı bir his bırakmaz gece de bolca sürüp yattığımda yumuşacık uyanırım hep. Normalde kuru cilt tipine sahip olmadığım halde ellerim her kış çatlar hatta yara olmaya kadar varırdı bu. Bir sürü krem arayışına girdik annemle ama hiçbiri geçirmedi. En son bu kreme nasıl ulaştım hatırlamıyorum ama iyiki ulaşmışım. İlk aldığımdan beri hiç bu krem olmadan kışa girdiğimi hatırlamıyorum. Kaçıncı tüpüm hiç bilmiyorum. Avon bu kremi sadece yılbaşı kataloglarında çıkarıyordu nedendir bilinmez. Bu yüzden stokluyordum hep. Bu yıl kataloğuna baktığımda kremin yeni sürümünün çıktığını sandım. Ama dikkatli okuduğumda formülünün değiştiğini farkettim ve internetten eski halini aradım nihayetinde birkaç sitede buldum.  Gittigidiyor.com da 3'lü şekilde satılıyordu hemen aldım. Üçlü olarak fiyatı 21 tl idi.


       
                                       



   Gözlük: 11 yaşımdan beri gözlük kullandığım için gözlükten bıkıp lense geçmiştim. Fakat lens kullanmanın tek zorluğu tozlu yerlerde, rüzgarlı havalarda gözüme batıp şiddetli şekilde çıkartma isteği uyandırması. Çıkarttığımda da iyi göremediğmden yeni gözlüğe ihtiyacım vardı lens aldığımdan beri. Normalde lens kullandığım ve sürekli şekilde takmayacağım için optiklerden fazla bir para ödeyip almak istemiyordum açıkçası. İnternetten araştırırken de Romwe.com sitesinde bu gözlüğü gördüm, bayıldım, aldım. Sonra da Balçova'da bir optiğe girip reçetem ile numaralı cam taktırdım. Başta "Bu gözlükler normal gözlüklerden farklı bir yapıda ve cam takması zor olur" dediler fakat gayet güzel şekilde yaptılar yani. Ucuza mal etmiş oldum bu da acayip mutlu etti beni tabiki. Fiyatı 3.39$ idi hatırladığım kadarıyla. Kırmızı ve siyah renklerinden oluşan bir gözlük kutusu içinde geldi bu arada. 


                                     

                                     
     Gözlük kutusu: Bu da Aliexpress alışverişlerimden biri. Gözlüğün siparişini verdikten sonra bunu da görüp sepete atmıştım hemen. Gözlüğü kutu içinde gönderecekleri aklıma gelmediği için 2 kutum olmuş oldu. Bunu kendime alıp diğerini anneme verdim hemen. 
Rengini biraz daha bakır olarak bekliyordum, daha çok kahverengi olarak geldi. Ama olsun gayet beğendim. Fiyatı 1.25$ idi.  Bu paraya bu ürün helal olsun valla 😝

   Ohh bitti sonunda dimi? Çok konuştum yine valla( Göktuğ Bey'e selam olsun 😎 ) ama hem alışveriş hem bitenler gibi olduğu için böyle oldu sanırım. 


   Bir dahaki alışveriş yazısında görüşmek üzere o zaman.



Hoşçakalıın kendinize iyi davranıın...

Fırça:   


  https://m.tr.aliexpress.com/item/32707403853.html?trace=wwwdetail2mobilesitedetail&productId=32707403853&productSubject=NEW-1Pc-Beauty-Women-Powder-Brush-Single-Soft-Face-Cosmetic-Makeup-Brush-Big-Loose-Shape-maquiagem&spm=a2g0s.9042311.0.0.QEJKml

Gözlük:
http://m.romwe.com/Silver-Frame-Clear-Lens-Glasses-p-193793-cat-695.html

Gözlük kutusu:

https://m.tr.aliexpress.com/item/32787878627.html?trace=wwwdetail2mobilesitedetail&productId=32787878627&productSubject=1PC-New-Sunglasses-Reading-Glasses-Carry-Bag-Hard-Zipper-Box-Travel-Pack-Pouch-Case-Portable-Protector&spm=a2g0s.9042311.0.0.QEJKml



28 Şubat 2018 Çarşamba

Yoğun Hisler, KPSS ve Sayın Çoğunluk ⌛

''Her şey son derece iyi gidiyor. Hem vizelerime hem de KPSS' ye vakit ayırabiliyorum. Yani çok tatminkar durumdayım, çok mutluyum'' demeyi nasıl isterdim şuan biliyor musun?   Fakat öyle değil işte durumlar. Durumlar çok karışık, dersler karışık, KPSS karışık. Şimdi nerden başlıyım bilmiyorum ama başlamak şart !   Bir kere önümü göremediğimde beni bir stres alıp götürüyor ve bu stres beni yerle bir ediyor, çöküyorum. Her önümü göremediğimde oluyor bu yani bir kerelik değil. Ve yine o zamanlardan birindeyim. Nereye baksam nereye ağırlık versem diğer taraf daha ağır basıyor, olmuyor yani. Vizelerimin hepsi bir haftada olup bitmiyor ki. Bir dersimin ilk vizesi geçti, bir sonraki hafta diğer dersimin ilk vizesi, ondan iki hafta sonrasında da diğer dersimin vizesi.. Sonra gelsin ikinci vizeler. Canım cananım okulum iki vize bir final protokolüne uyduğundan (!)... Aralıklı zamanlarda oldukları için de ben birini bitirince diğerine çalışmaya başlamak zorunda kalıyorum. Arada birkaç günüm kalırsa da gelsin Genel Yetenek, Genel Kültür.   Bu sesler dönüp dolaşıyor kafamda işte fakat bir cevap ya da inkar gelmiyor bunlara karşılık. ''Hayır öyle değil ben çalışıyorum ikisine de vakit ayırabiliyorum, zamanla olur hepsi.'' dese mesela iyimser yanım ben rahatlayacağım belki.   Herkes böyle değil mi yoksa ben mi çok büyütüyorum? Bazen konuşmalarına şahit olduğum insanlar da KPSS'ye vakit ayıramakta zorlandıklarını ve çalıştıkları halde yol alamadıklarını söylüyorlar falan. Bazen inanıyorum bazen inanmıyorum açıkçası. Şimdi diyeceksin ki ''Sen de aynı şeyleri söylüyorsun neden inanmıyorsun?'' . Çünkü fen lisesinden sonra böyle şeylere az inanr ve böyle şeyleri çok sorgular oldum ister istemez. Çünkü içeriğinde her tip insanı barındırıyordu. Sosyal medyada esprisi yıllardır yapılan şu 95 alınca ağlayan kız modeli de mevcuttu, okulda çalışmayan evde de asla çalışmadığını 4 sene boyunca iddia edip dersteki bütün sorulara cevap verebilen ve ödevlerini eksiksiz getiren erkekler de mevcuttu. O yüzden inanın inanasım gelmiyor.   Ve bu dönemdeki Psikiyatri ve Halk Sağlığı, birinci dönemdeki Kadın Doğum ve Pediatri'den daha rahat geçiyor demişti çoğunluk, söylemeden edemedim.                                                                      Hoşçakalalım ve kendimize iyi davranalım hepimiz 😊
Vee sonra içimdeki ses konuşmaya başlıyor, asla ve asla susmuyor: ''Yapamıyorsun İrem diyor. Hangi yana kıvrılsan diğer taraftan fire veriyorsun, ya düzgün yap düzenli ol ya da yapma, ikisinden birinde başarılı olabilirsin sadece diyor. KPSS'den kaç alırsan nereye atanırsın yahut atanır mısın?'' diye de soruyor.
Bir de bir yandan ne insanlar var diyorum helal olsun: Bırak okulu, her gün zorunlu şekilde işinde olup, gün boyunca beynini işi için çalıştırıp eve gelince de o yorgunlukla KPSS çalışanlar da var eminim. Ya da anne olup çocuğuna bakım verip arta kalan zamanlarda (tabi ne kadar kalabilirse) ders çalışmaya oturan.. Yani benim durumum devenin yanında pire kalıyor dimi? Ama bunları düşünmek beni çalışmaya sadece o gün için itiyor ya da birkaç saat için. Sonrası puff..
Şimdilik öyle değil gibi duruyor Sayın Çoğunluk!
İçimiz açılsın diye...




25 Şubat 2018 Pazar

Mühendislik Yolunda

   Merhabalar ben Taha.Bloğumuzun editörü oluyorum.Bilgisayar Mühendisi adayıyım Dokuz Eylül Üniversitesinde.. Okurlarımıza bu mesleği nasıl seçtiğim hakkında ve mesleğim hakkında (hiç teknik özelliklere girmeden) birkaç bilgi vermek istiyorum.

   Öncelikle çocukluğumdan beri pilot veya atom mühendisi olmak istemiştim. Ancak zamanla bu meslekler hakkında beni iten bazı nedenler oldu. Daha sonra 5 yaşımdan beri başından kalkmadığım bu cihazın mühendisi olmak çok ilgimi çekti. Açıkçası bu yüzden de birçok bölüm arkadaşım gibi özel bir hazırlık/araştırma yaparak çalışmadım bölümüme..


   Tabi nedir ne iş yapar bu Bilgisayar Mühendisleri soruma yanıtlar aradım. Sorumun yanıtı kesin olarak şu:

Bir bilgisayar mühendisi temel olarak yöneticidir. Alt kademede çalışanlar ile üst kademedeki yöneticilerin arasındaki köprü yani bir nevi SORUN ÇÖZME mekanizmasıdır. Ayrıca mühendis demek zaten sorunlara çözüm bulmak demektir. 

   Peki bu konuda kendimce nasıl hazırlandım ? 


   Ben de sevgilim gibi Bandırma Fen Lisesi mezunuyum. Okulumda hiçbir zaman üst sıralara oynayan iddialı bir öğrenci olmadım. Samimiyetle söylüyorum ki ilk 2 yılımda ailemin çabalarına rağmen dershane kapısından geçmemişimdir. Neden ? Çünkü, hislerime göre, ailemden 19 saat otobüs yolu uzakta, şartların askeri düzeyden bir tık üstte bir okulda okumak sanırım ağır geldi bana. Bu yüzden tepkimi böyle vermiş olabilirim diye düşünüyorum şimdilerde. Ben buna şimdi böyle diyorum ama o dönem herkesin de tahmin edebileceği gibi "tembel" oldum 😝 Dediğim gibi ilk 2 yıl ekstra bir şey yapmadım ama bu sizi yanıltmasın, "ekstra" dedim, çünkü günde en az 3 ders saati zorunlu gece etütlerimiz vardı 19.00 ile 22.30 arası. Bu saatlerin çoğunda geyik yapıyorduk ama illaki ödevdi, denemeydi derken yaşıtlarımızın üstünde bir tempomuz vardı. Her gece bu etütler bizi çok yıldırsa da ders açısından katkısı oldu. 


   İkinci yılımın sonunda meslek kararım oturdu ve açıkçası biraz tembel havasından kurtulma kararı aldım. Maalesef ki ikinci sınıfımın yazı da arkadaşlarıma nazaran BOŞ geçti. 


   Üçüncü yılımın başlangıcında insanların benden bir adım önde olduğunu görmek zoruma gitti ve en doğru tabirle kasmaya başladım derslerimde. Sonuçta üstlere gelemesem de orta sıralara yükseldim. Bu sırada neler çalıştığıma kısaca değinecek olursam: Ailem sayesinde küçük yaştan itibaren kitaplarla aram çok iyiydi bundan dolayı hiçbir çekincem yoktu herkesi zorlayan paragraflardan, dolayısıyla Türkçeden. Matematik konusunda okulumdaki bazı insanlar kadar olmasa da özel bir ilgi ve yeteneğim vardı, bence çünkü 1 saat Türkçe dersi almaktansa 20 saat matematiği tercih ediyordum. Sosyal bilgiler kısmında ise Felsefe daima güven kapım oldu. Sanırım bu da çok kitap okumamla alakalı(çok da emin olmamakla birlikte). Bunun yanında Tarih sorularının paragraf sorusu gibi olması ve Coğrafyanın ( en azından benim dönemimde) yoruma açık soruları olmasından dolayı sosyalim vasat üstü bir dereceydi. Ve bence tüm Türk Gençliği 'nin en korkulu rüyası Fen Bilgisi kısmı benim için de işkence idi. Bayıldığım Fizik dersinde o kadar sorgulama yapıyordum ki derslerden uzaklaşıyordum adeta. Çünkü bize verilen sürede ancak şunu yapmamız gerekiyordu: Sorgulama ezberle! Cidden bence bu ders öğrenme stiline dayalı olduğu için kaldırılmalı lise düzeyi müfredatından. Ne kadar bayılarak dinlesem de sorular da çözsem, ortalamam Türkiye ortalamasında 2 net falan yüksekti sanırım.. Kimya derseniz eğer tamamen ezbere dayalıydı, bence özellikle son sınıfın konusu: Organik Kimya. Çünkü aklımda bir tane bile bilgi kalmadı o ders ile alakalı. Sadece çok sevdiğim öğretmenim Candan hoca' yı hiç unutmadım 😊 En özel başlığı Biyoloji 'ye açmak istedim. Özel, çünkü Irem adında güzel bir kız arkadaşım tarafından resmen EGITILDIM bu ders konusunda.. Kendisi bana dersi sevdirdi ve bunaltıcı EZBER seviyesinden mantığa dönüştürdü, daha doğrusu kafamda canlandırmamı sağladı. Ancak sorarsanız asla ve asla sevmedim Biyoloji dersini.


   Gelelim son yılıma. Son yaz dönemimde haftada 2-3 deneme yaparak geçirmişimdir , yalan yok çok çalışmadım. Düsünsenize yurt hayatı bitmiş sıcak yaz gününde evinizde buz gibi odada oyun oynamak var gündüzleri,akşamları da arkadaşlarla basketbol oynamak. Doğruya doğru benim gibi öğrenciler daima eğlenceyi seçerdi ki ben de seçtim. Ailelerin psikolojik baskısına ayrı bir yazı açmak daha uygun, ancak size bu konuda çok önemli

bir tavsiye vermek istiyorum: Kim ne derse desin ne yorum yaparsa yapsın, siz eğer bu önemli yıllarınız sonucunda kazandığınız yeri sevebiliyorsanız hiçbir yorum önemli olmayacak. Size takmayın diyemem çünkü o dönemde takmayın diyen biri çok absürt bir şey söylemiş olur. Bu yüzden daha çok takmamış gibi görünüp bekledim ben diyelim. 

   Son yılıma sağlam çalıştım gerçekten kendi düzeyimde. Okulda daha çok vakit geçirdim, internet kafede diğer yıllara nazaran daha az vakit geçirdim ve dershaneme daha sık uğradım ( "Uğramak" gerçekten doğru bir kelime oldu benim hayatım adına). Bunun sonucunda bence kilit nokta soru çözmekten daha çok aşırı sayıda deneme 

sınavı yapmam. Bu taktiği tüm yakınımdaki öğrencilere iletiyorum çünkü cidden bunun sayesinde hiçbir heyecan belirtisi göstermedim sınavlarımda ve özellikle 2 kez arabamız arızalanmasına rağmen sınav yolunda ( Bunu da başka bir yazı konusu yapalım).

   Üzücü bir yıl aslında benim için son sınıf. Çünkü garip bir zamanda, mezuniyetime yakin,  apandist ameliyatı geçirdim acil bir operasyonla, bir gün içinde. Bundan dolayı devamsızlık problemleri yaşayıp mezuniyet çekimlerimi

kaçirdim. Tabi bunlar şu an biraz daha küçük görünse de o an psikolojik olarak çok etkileniyorsunuz. Ders bazında da çok büyük zararı oldu bana bu rahatsızlığımın. Arkadaşlarım son aylarda dershaneden çıkmazken ben (okulum sağ olsun! daima okulumda kapalı kaldım. Burada da en güzel övgüleri güzeller güzeli Irem hanım 'a iletiyorum çünkü defalarca kez benimle kalıp hem odağımı topladı hem de eksiklerime destek oldu(ALKIŞ). Lise hayatim kısaca böyle geçti, gerek mesleğim gerek lise hayatımla ilgili olayları,detayları gelecek yazılarımızla paylaşmak istiyoruz 





Şimdilik görüşmek üzere o zaman

Hoşça kalın ve kendinize iyi davranın

💙




15 Şubat 2018 Perşembe

Sevgililer Günü (!)

   Sevgililer gününde dışarıya çıkmanın hüsranlığının ertesi günü yazıyorum bunları...

   Sevgililer günümüz değil ekonomik çöküşümüz kutlu olsun.


   İşte doğru cümle bu bizce. Ülkenin ekonomisinin tavan yaptığı, sevgilisi olanların parasının dibe vurduğu gün sayılabilir bugün. Mantıklı düşünüldüğünde bir sürü tabir bulunabilir bu gün için. Asıl gerçek ne peki ? 


   Rivayete göre bir dönemin imparatoru Cladius , yasağına uymayarak insanları evlendirmeye devam eden ve kendisine başkaldıran Aziz Valentine ' i tutuklatıp öldürtüyor.  14 Şubat 270 tarihinde ölen Aziz Valentine 'in ölüm yıl dönümü bu özel sandığımız gün aslında. Biz niye bugünü sevgililer günü olarak coşkulu kutluyoruz peki ? Bu olaydan 226 yıl sonra 496 da Papa Glesius Aziz Valentine ' i onurlandırmak için 14 şubat gününü Aziz Valentine günü olarak belirlemiş.


   O dönemdeki şu olayla şuanda yaşanan sevgililer gününün arasındaki ortak bağın sadece ismi olduğunu düşünüyorum. Ölümden coşku ve heyecana... Bu özel denilen günün arkasındaki kanlı hikaye... Aslında sevgililerin birbirine hediye beğendirme günü diye de değiştirilebilir ismi kanımca.. Evet hediye almak, hediyeleşmek insanı çok sevindiren ve içinde merak uyandıran bir eylem ama bunu yaparken akla karayı seçmek, bu işin cazibesini ve zevkini alıp götürüyor ve işkence haline geliyor çiftlere. En çok da "Bunu aldım ama beğenir mi acaba ?" cümlesi beni benden alıyor. Ya da "Acaba hangi mekana gitsek daha uygun olur ? " Önemli olan mekan mı gerçekten ? Peki kusursuz görünüp görünmemen ? Sevdiğine eminsen her halinle sever her gün sever en kötü hissettiğin halini en güzel gördüğü an sayar karşındaki.. Ya da "Bu hediyeyi alsam ucuz kaçar mı ki cimri mi olurum gözünde ? " denir. Düşünme ! Gönlünden ne geçiyorsa al, o senin gönlünü sevmedi mi ? O sana "Seni seviyorum." derken gözlerine değil de cebine mi bakıyor yoksa sevgililer gününde ?


   Sevgililer günü yada başka özel sayılan günler neden günler öncesinden reklamlarla ilan ediliyor, pankartlar asılıyor, panolar ışıklandırılıyor ve birileri bizim bu günlerimizi kutluyor ? Ben söyleyeyim; çünkü dünyanın en mutlu insanı olma yolunda ilerliyorlar bu günler sayesinde. Biz de körü körüne arkalarından dört nala koşuyoruz, bu günlerin hepsini yakalamaya çalışıyoruz. Aman kaçırmayayım aman unutmayayım aman hediyeyi beğensin de ne olursa olsun...


   Sadece adı başkası tarafından konulmuş olan bu uyduruk özel günlerde mi hediye alınmalı ? İstediğin herhangi sıradan bir günde karşındakinin ihtiyacı olan bir şeyi hediye olarak sunmak daha şahane olmaz mıydı ?


   Hiçbir yerde hesabımız olmadığı için sosyal medyadaki kutlamaları hiç bilmiyorum demek isterdim ama arkadaşlarımın telefonlarında birkaç tanesini gördüm dün. Asla dedim kendi kendime, hesabım olsaydı da herkese birbirimizi çok sevdiğimizi ilan etmezdim. Sosyal medyada hesabımız olmadığı için mi böyle düşünüyorum yoksa hep böyle düşündüğüm için mi sosyal medya hesabımız yok diye de sorguladım kendimi. Cevabını da "Her ikisi de." diyerek verdim kendime.. Sonra derin bir oh çektim ve şükrettim sosyal medyada özellikle bugün "Seni çok seviyorum aşkım " yazan insanların fikrine hiçbir zaman katılmayacağım için.. Altıncı yılımızdayız, doğum günlerimiz ve yıl dönümümüz haricinde hiçbir günü kutlamadık birlikte. Bunun aşkı heyecanı azaltacağını düşünenler varken biz hem aşkımızı hem samimiyetimizi yıllar geçtikçe arttırdığını düşünüyoruz, hissediyoruz, fark ediyoruz.


   O yüzden sadece sevgililer gününde veya özel olduğu sanılan ve başına bir tarih konulan günlerde değil de her gün söyleyin karşınızdakine onu sevdiğinizi. Hayat çok hızlı. Sadece bir gün için hediye seçme merasimindeki harcanan süre, karşınızdakine sarılmak için harcansa inanıyorum ki hayat daha da güzelleşecek. 



Sevgililer günümüz değil, sevdiklerimizle geçirdiğimiz her günümüz kutlu olsun nice senelerimiz olsun..
💙

2 Şubat 2018 Cuma

Ormanın İçinde Tatil..


   Ailemle kısacık bir tatilden döndük. Yaklaşık bir buçuk günlük bir tatildi. Geldi ve geçti yani. Bu bir buçuk günde Gönen Ekşidere Köyü Dağ Ilıcası'ndaydık.

   Buraya ilk gittiğimizde 5-6 yaşlarındaydım sanırım. Babaannem ve dedem buranın sıcak suyunun romatizmalarına vücutlarına iyi geldiğini söyleyip, her sene en az 1 hafta burada kalırlardı ve ilk defa onların yanına gitmiştik günübirlik. İlk defa sıcak havuza giriyordum. Havanın da çok soğuk olmasından dolayı önce ayaklarımın sonra bütün vücudumun yandığını hatırlıyorum havuza girdiğim andan itibaren. Aynı zamanda kardeşimle birlikte hiçbir hastalığa yakalanmamış küçücük vücudumuzun bile çok rahatladığını ve eve geldikten sonra mışıl mışıl uyuduğumuzu da hatırlıyorum. Daha sonraki yıllarda da ara ara bu rahatlatıcı yere gittik. Son dört yıldır da her yarıyıl tatilinde gidiyoruz ve bir gece burada konaklama imkanı buluyoruz.


    Şimdi bu ılıcanın özelliklerini ,bugüne kadarki ve en son olan izlenimlerimi aktarmak istiyorum. Olumlu ve olumsuz yönlerini bir arada anlatacağım.


   Balıkesir'in Gönen ilçesine yaklaşık yarım saat uzaklıktaki Ekşidere Köyü'ndeki bu dağ ılıcası, isminin hakkını verir derecede gerçekten dağın tepesinde bulunuyor. Bir yanında uçurum bir yanında orman... Mis gibi temiz havası, etrafa baktığınızda gördüğünüz yeşilin birçok tonu sizi kendisine çekiyor. Oraya gidip de aynı gün geri dönmek kardeşimle beni hep üzüyordu zaten. Üç senedir de bu yüzden konaklıyoruz orada. Her gittiğimizde illaki ormanda yürüyüşümüzü yaparız, o soğukta ellerimiz ,yüzümüz uyuşmaya başladığında da geri döneriz. İlk iki sene, danışmanın arkasındaki ve internet sitesinde fotoğrafı olmayan, aslında girişi kötü bir yerden olan evlerde kaldık. 4 kişilik bir aile için büyüklüğü yeterliydi fakat oturma odasındaki elektrikli ısıtıcı sadece o odayı ısıtıyordu; yatak odası özellikle geceleri  buz gibiydi. Bu sene de, geçen sene yapımı biten bungalow tipi evlerin birinde kaldık. Ev çok güzel ve modern döşenmişti. Fakat yine ve yine soğuktu. Odaya yerleştiğimizde klimayı açtık ve çıkana kadar hiç kapatmadık, yine de gece yatak odasının soğuk olduğunu söyledi annem ve babam. Yerler soğuk, ayakkabısız gezmeniz imkansız bu yüzden hijyen de azalıyor tabi. Banyoda jakuzi mevcut. Tuvalet için sadece bir tane tuvalet kağıdı koyulmuş, yedeği yok, havlu yok ( Banyo da buz gibiydi bu arada). Yemekler tamamen size ait. Bu yüzden mutfakta yemek yapmak için gereken araç gereçler mevcut , tabaklar ve bardaklar da bulunuyor. Fakat bulaşıkları yıkamak için deterjan ve sünger koymayı akıl edememişler sanırım ya da onların marketinden almamızı istiyorlar ki almak zorunda kaldık gerçekten. Bunun yanında çarşaflar tertemiz kokuyor hiçbir leke yok. Yani güzelce, rahatça uyuyabildik soğuğa rağmen ormanın ve temiz havanın içinde. Sabah 8.30'daki bayanlar seansı için kolayca kalkabilmemi bu temiz havaya borçluydum diye tahmin ediyorum.


   Fakat yine de bir dahaki gidişimizde kesinlikle 4 kişilik evleri veya yeni bungalow ları tercih etmeyip, sıcak olacağını tahmin ettiğimiz ikişer kişilik iki oda tutmayı planladık eve dönüşümüzden sonra.. Bakalım seneye nasıl izlenimlerim olacak?😊


   Kaplıcanın sıcak havuzuna gelecek olursam, eğer orada konaklamayacaksanız her havuza girişinizde belli bir ücrete tabiisiniz.( Ücret her sene değiştiği için bir fiyat belirtemeyeceğim malesef) Fakat şunu söyleyebilirim ki havuz 46 derece suyuyla muazzam bir sıcaklık. havuzun ortası bildiğiniz kaynıyor gibi köpürüyor. Dibini görebileceğiniz kadar da temiz üstelik. Tavanın bir bölümü açık olduğu için sıcak suyun içindeyken bunalmıyorsunuz. Havuz bölümünde iki çeşme bulunuyor; birinden içme suyu diğerinden çeşme suyu akıyor.(İçme suyundan gönül rahatlığıyla içebilirsiniz ,oldukça tatlı). Havuzdan hariç gayet yeterli Türk hamamı da bulunuyor. Fakat kötü yanı, aynı havuza ve hamama 2 saat arayla bayanlar giriyor.Sonra baylar daha sonra tekrar bayanlar.. Her 2 saatin yarım saatinde görevliler tarafından hamam temizleniyor, havuz da taşırılmak suretiyle temizleniyor. Fakat yine de hem bay hem bayanın aynı yere girmesi hijyeni azaltıyor bana kalırsa. Ve havuzda vakit geçirme süremiz de bir hayli aza iniyor. Havuza girerken ve çıktıktan sonra üst değiştirme yerlerinde bir perde bile yok, sadece iki tane küçük odacık gibi bölümler yapmışlar. İki tanesi de hiç kimseye yetmiyor tabiki. Ve bu üst değiştirme bölümü de gerçekten çok soğuk oluyor, havuzdan çıktıüınızdan itibaren maraton koşucusu edasıyla üstünüzü değiştimeye gidiyorsunuz. Eşyalarınızı kilitleyebileceğiniz dolaplar da mevcut fakat dolaba koyup kilitlemek için uğraşmaktansa  dışarıda ailenizden o an havuza girmeyen birileri varsa değerli eşyalarınızı onlara vermenizi tavsiye ederim, aklınız arkada kalmaz bu sayede.Soyunma bölümünde saç kurutma makinesi de bulunmuyor bu arada, benim gibi saçlarını kurutmadan dışarı çıkamayan insnlar için çok büyük dezavantaj olabilir bu,  O kadar sıcak havuzdan dışarıya çıktığınızda da her yerinizi özellikle boynunuzu ve başınızı iyice sarmanızı tavsiye ederim ki tatile geldim derken tutularak dönmeyin evinize..


   Dışarıyı gözünüzde canlandıracak olursam da, kahve çay vs. içebileceğiniz bir kafesi var bu yerin. Daha önceki yıllarda masaj koltuğu da vardı içinde hatta sıcak sudan çıktıktan sonra yapmayı çok sevdiğim bir aktiviteydi bu, iyice gevşetiyordu beni. Ama artık yok, sebebini hiç bilmiyorum 😢


   Dışarıda ailenizle mangal yapmak için olan bir yer var, yanında da çocuk parkı... Her geldiğimizde mangal yapmadan dönmedik yani burası için bile gelinir inanın. Tamamen yeşilliğin içinde gibisiniz iştahınız oldukça açılıyor ama ateşle bir yerlere zarar verecek kadar da ormanın içi değil tabii bu yer.. 


   Olumlu-olumsuz her özelliğini anlattıktan sonra hala bu kaplıcaya gitmeye devam edeceğiz sanırım. Çünkü yılda bir defa bu kadar temiz hava içinde ve sıcacık suyunda yaklaşık 2 gün geçirmek bana gerçekten çok iyi geliyor. Dolayısıyla Gönen'in bu şirin köyünde bulunan kaplıcayı hayatınızın bir bölümünde ailenizle veya arkadaşlarınızla denemenizi tavsiye ederim ben, karar size kalmıış..



Hoşçakalıın !


İnsanları gençleştirdiğine inanılan, dağın merkezinden gelen mineralli su




Kaldığımız evden bir bakış..




17 Ocak 2018 Çarşamba

Kitap Önerilerimiz #1

Fareler ve insanlar

   Okumak için sabırsızlandığım bir kitaptı ,bir çırpıda bitti.

   Sevgili John Steinbeck bu eserinde iki tarım işçisi arasındaki dayanışmayı ve dostluğu anlatmış. Böyle söyleyince çok basit bir konu gibi evet. Fakat gerçek farklı. Romandaki bu iki tarım işçisinden biri, zeki ve aslında yanında kimseye ihtiyacı olmadan çalışıp para kazanabilecek olan George Milton iken diğeri, çok güçlü kuvvetli ama akli dengesi tam yerinde olmayan yoldaşı Lennie Small. Yazar, ilkokul ve gençlik çağlarında okul dışındaki zamanını Salinas vadisindeki çiftliklerde geçirdiği için çoğu eserinde olduğu gibi bu eserinde de mekan olarak burayı seçmiş. George ve Lennie 'nin işte bu vadideki bir çiftlikte birbirleriyle ve oradaki insanlarla yaşadıkları olaylar anlatılıyor kitapta. Yazar, kıvamında betimleme ile birlikte öyküleme tekniği kullanmış. Aşırı betimleme yapmadan kafamda nasıl bu kadar canlandırabildi romanını şaşırdım.
İnsan bu kitabı okuduğu süre boyunca kendini hep George' un yerine koyar ve yanıbaşında Lennie gibi biri olsa nasıl davranması gerektiğini ve bu olanlar karşısında ne yapacağını düşünür . Yani ben hep öyle düşündüm. Fakat kitabın sonuna geldiğimde yani arka kapağı kapadığımda kendimi kimin yerine koymam gerektiğini bilemedim. Bir kitabı bitirdiğimde hiç iki karakter arasında bu kadar kalmamıştım. Kitap başlı başına ilginç bir deneyimdi..

Huzursuzluk

   Ömer Zülfü Livaneli 'nin bu eseri 160 sayfadan oluşuyor ve oldukça sürükleyici. Kısa bir sürede bitiremememin tek sebebi final haftama denk gelmesiydi 😊

   Livaneli' nin okuduğum ikinci romanı, Huzursuzluk . Kitap, aynen adı gibi hissettirdi. Okuduğum süre boyunca huzursuzluk kapladı içimi. İlk okuduğum Mutluluk romanı bana hitap etmemişti fakat Huzursuzluk beni çarptı resmen.. "Beni alıp tekrar karnına soksan bile koruyamazsın artık anne!" cümlesiyle başlıyor kitap. Bu cümleyi okuduğumda başladı huzursuzluğum. Gazeteci İbrahim, çocukluk arkadaşı Hüseyin 'in öldürüldüğünü öğrenince düşer yola ve memleketi Mardin 'e varır. Hüseyin 'in ölmeden önce yaşadıklarını dinler herkesten, bazen de Mardin 'in  sokakları, havası, kokusu anlatır ona öğrenmek istediklerini.. İbrahim 'in çözmek istediği, Hüseyin ile Işid zulmünü fazlasıyla yaşamış Ezidi kızı Meleknaz 'ın hikayesi anlatılıyor kitapta. Yazar, sevda ile acı iç içe geçtiğinde neler olabileceğini de anlatıyor aynı zamanda.

   Güncel olayları ve insanlara yapılan akla sığmayan zulümleri içermesi, yazarın yalın ama etkileyici dili, hayranlıkla okunulan betimlemeleri tokat gibi çarpıyor yüzünüze. Sarsılıyorsunuz. Hele de o Işid kampından kaçarken meydana gelen süt olayı darmadağın ediyor.. Betimlemeler dolayısıyla, kendinizi kitap boyunca Mardin 'in taş yapıları arasındaki dar sokaklarda yürürken buluyorsunuz, havasını içinize çekiyorsunuz. Kitap, gerek tarihi gerek kültürel birçok bilgi aktarıyor , ötekileştirmemeyi öğütlüyor, içimizdeki duyguları ortaya çıkarıyor.
Kitabı bitirdikten sonra ilk sayfasındaki yazının, içeriğin gerçek anlamda özeti olduğunu farkettim sizinle de paylaşmak istiyorum:

   "Harese nedir, bilir misin oğlum? Arapça eski bir kelimedir. Bildiğin o hırs,ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. Harese şudur evladım: Develere çöl gemileri derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca bu, devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adı haresedir. Bütün Ortadoğu'nun adeti budur oğlum, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur."

   Keşke dünya, insanlara kitapta geçen " Ben bir insandım" cümlesini kurdurtacak kadar acı verici ve huzursuz bir yer olmasa.. Savaşlar olmasa..Ve huzursuzluk duygusunu sadece ama sadece bu kitabı okurken hissetsek..


Kitabın içinden;

"...İstanbul'da plazadan plazaya koşturan, trafikte takılıp kalan, dolmuşlara,otobüslere, metrolara soluk soluğa yetişmeye çalışan "ben"in gördüğü tuhaf bir rüya etkisi altına alıverdi "ben"i. Hangi ben daha baskındı anlayamadım, o ben mi bu ben mi?..."

"...Şikayet ettiğimi sanma sakın, sevgilinin ayakları altında ezilen lal renkli şaraba dönüştüm ben, bu yüzden razıyım ezilmeye..."

"...Eski bir Arap şiiri geliyor aklıma; Asil insanların en neşeli zamanlarında bile bir hüzün vardır, daha düşük ruhlar ise en sefil zamanında bile neşelidir..."

"...Her insanın içinde iyi ve kötü, yan yana durur. Hangisini beslersen o galip gelir..."

" ...zaten hayatta normal olan huzursuzluk durumudur, huzur ise çok ender yakalanan geçici anlardır olsa olsa..."

"...bazı acıları ölüm bile unutturamıyor, bazı davranışlar ölümden sonra bile bağışlanmıyor..."

NOT

   Varlığından mutlu olduğum ve ne zaman başladığını hatırlamadığım bir alışkanlığım vardır.. O da her kitabı bitirdikten sonra illaki yazarın ilk sayfadaki biyografisini okumak.. Kitabı bitirince kitapla özdeşleşmiş hissediyorum kendimi. Yazar ne hissettiyse onu hissettiğimi düşünüyorum ki, hissediyorum da. Kitabı beğensem de beğenmesem de ,bazı yerlerini saçma da bulsam , kıyıdan köşeden yahut her yerden beğenecek bir şeyler buluyorum her kitapta. Kitabı bitirdikten sonra biyografiyi de okuyunca yazarın hayatının başlangıç ve bitiş noktaları arasındaki dönemi, yazmaya başladığı yaşı, ilk kitabını kaç yaşında yazdığı ve beğenilip beğenilmediğini gördükten sonra bunlar hakkında düşünüyorum. Ve  yazarın bakış açısına, kabiliyetine, düşüncelerinin hepsine bir adım daha yaklaşmış hissediyorum böylece onunla da bağdaşıyorum.

 İsterseniz siz de uygulayabilirsiniz çünkü kitapla iç içe geçiyorsunuz ve o kitabın size neler hissettirdiğini asla unutmuyorsunuz..


Yaşanılası

  Allah der ki “Kimi benden çok seversen onu senden alırım”…. Ve ekler: “Onsuz yaşayamam” deme, seni onsuz da yaşatırım.   Ve mevsim geçer, ...