28 Şubat 2018 Çarşamba

Yoğun Hisler, KPSS ve Sayın Çoğunluk ⌛

''Her şey son derece iyi gidiyor. Hem vizelerime hem de KPSS' ye vakit ayırabiliyorum. Yani çok tatminkar durumdayım, çok mutluyum'' demeyi nasıl isterdim şuan biliyor musun?   Fakat öyle değil işte durumlar. Durumlar çok karışık, dersler karışık, KPSS karışık. Şimdi nerden başlıyım bilmiyorum ama başlamak şart !   Bir kere önümü göremediğimde beni bir stres alıp götürüyor ve bu stres beni yerle bir ediyor, çöküyorum. Her önümü göremediğimde oluyor bu yani bir kerelik değil. Ve yine o zamanlardan birindeyim. Nereye baksam nereye ağırlık versem diğer taraf daha ağır basıyor, olmuyor yani. Vizelerimin hepsi bir haftada olup bitmiyor ki. Bir dersimin ilk vizesi geçti, bir sonraki hafta diğer dersimin ilk vizesi, ondan iki hafta sonrasında da diğer dersimin vizesi.. Sonra gelsin ikinci vizeler. Canım cananım okulum iki vize bir final protokolüne uyduğundan (!)... Aralıklı zamanlarda oldukları için de ben birini bitirince diğerine çalışmaya başlamak zorunda kalıyorum. Arada birkaç günüm kalırsa da gelsin Genel Yetenek, Genel Kültür.   Bu sesler dönüp dolaşıyor kafamda işte fakat bir cevap ya da inkar gelmiyor bunlara karşılık. ''Hayır öyle değil ben çalışıyorum ikisine de vakit ayırabiliyorum, zamanla olur hepsi.'' dese mesela iyimser yanım ben rahatlayacağım belki.   Herkes böyle değil mi yoksa ben mi çok büyütüyorum? Bazen konuşmalarına şahit olduğum insanlar da KPSS'ye vakit ayıramakta zorlandıklarını ve çalıştıkları halde yol alamadıklarını söylüyorlar falan. Bazen inanıyorum bazen inanmıyorum açıkçası. Şimdi diyeceksin ki ''Sen de aynı şeyleri söylüyorsun neden inanmıyorsun?'' . Çünkü fen lisesinden sonra böyle şeylere az inanr ve böyle şeyleri çok sorgular oldum ister istemez. Çünkü içeriğinde her tip insanı barındırıyordu. Sosyal medyada esprisi yıllardır yapılan şu 95 alınca ağlayan kız modeli de mevcuttu, okulda çalışmayan evde de asla çalışmadığını 4 sene boyunca iddia edip dersteki bütün sorulara cevap verebilen ve ödevlerini eksiksiz getiren erkekler de mevcuttu. O yüzden inanın inanasım gelmiyor.   Ve bu dönemdeki Psikiyatri ve Halk Sağlığı, birinci dönemdeki Kadın Doğum ve Pediatri'den daha rahat geçiyor demişti çoğunluk, söylemeden edemedim.                                                                      Hoşçakalalım ve kendimize iyi davranalım hepimiz 😊
Vee sonra içimdeki ses konuşmaya başlıyor, asla ve asla susmuyor: ''Yapamıyorsun İrem diyor. Hangi yana kıvrılsan diğer taraftan fire veriyorsun, ya düzgün yap düzenli ol ya da yapma, ikisinden birinde başarılı olabilirsin sadece diyor. KPSS'den kaç alırsan nereye atanırsın yahut atanır mısın?'' diye de soruyor.
Bir de bir yandan ne insanlar var diyorum helal olsun: Bırak okulu, her gün zorunlu şekilde işinde olup, gün boyunca beynini işi için çalıştırıp eve gelince de o yorgunlukla KPSS çalışanlar da var eminim. Ya da anne olup çocuğuna bakım verip arta kalan zamanlarda (tabi ne kadar kalabilirse) ders çalışmaya oturan.. Yani benim durumum devenin yanında pire kalıyor dimi? Ama bunları düşünmek beni çalışmaya sadece o gün için itiyor ya da birkaç saat için. Sonrası puff..
Şimdilik öyle değil gibi duruyor Sayın Çoğunluk!
İçimiz açılsın diye...




25 Şubat 2018 Pazar

Mühendislik Yolunda

   Merhabalar ben Taha.Bloğumuzun editörü oluyorum.Bilgisayar Mühendisi adayıyım Dokuz Eylül Üniversitesinde.. Okurlarımıza bu mesleği nasıl seçtiğim hakkında ve mesleğim hakkında (hiç teknik özelliklere girmeden) birkaç bilgi vermek istiyorum.

   Öncelikle çocukluğumdan beri pilot veya atom mühendisi olmak istemiştim. Ancak zamanla bu meslekler hakkında beni iten bazı nedenler oldu. Daha sonra 5 yaşımdan beri başından kalkmadığım bu cihazın mühendisi olmak çok ilgimi çekti. Açıkçası bu yüzden de birçok bölüm arkadaşım gibi özel bir hazırlık/araştırma yaparak çalışmadım bölümüme..


   Tabi nedir ne iş yapar bu Bilgisayar Mühendisleri soruma yanıtlar aradım. Sorumun yanıtı kesin olarak şu:

Bir bilgisayar mühendisi temel olarak yöneticidir. Alt kademede çalışanlar ile üst kademedeki yöneticilerin arasındaki köprü yani bir nevi SORUN ÇÖZME mekanizmasıdır. Ayrıca mühendis demek zaten sorunlara çözüm bulmak demektir. 

   Peki bu konuda kendimce nasıl hazırlandım ? 


   Ben de sevgilim gibi Bandırma Fen Lisesi mezunuyum. Okulumda hiçbir zaman üst sıralara oynayan iddialı bir öğrenci olmadım. Samimiyetle söylüyorum ki ilk 2 yılımda ailemin çabalarına rağmen dershane kapısından geçmemişimdir. Neden ? Çünkü, hislerime göre, ailemden 19 saat otobüs yolu uzakta, şartların askeri düzeyden bir tık üstte bir okulda okumak sanırım ağır geldi bana. Bu yüzden tepkimi böyle vermiş olabilirim diye düşünüyorum şimdilerde. Ben buna şimdi böyle diyorum ama o dönem herkesin de tahmin edebileceği gibi "tembel" oldum 😝 Dediğim gibi ilk 2 yıl ekstra bir şey yapmadım ama bu sizi yanıltmasın, "ekstra" dedim, çünkü günde en az 3 ders saati zorunlu gece etütlerimiz vardı 19.00 ile 22.30 arası. Bu saatlerin çoğunda geyik yapıyorduk ama illaki ödevdi, denemeydi derken yaşıtlarımızın üstünde bir tempomuz vardı. Her gece bu etütler bizi çok yıldırsa da ders açısından katkısı oldu. 


   İkinci yılımın sonunda meslek kararım oturdu ve açıkçası biraz tembel havasından kurtulma kararı aldım. Maalesef ki ikinci sınıfımın yazı da arkadaşlarıma nazaran BOŞ geçti. 


   Üçüncü yılımın başlangıcında insanların benden bir adım önde olduğunu görmek zoruma gitti ve en doğru tabirle kasmaya başladım derslerimde. Sonuçta üstlere gelemesem de orta sıralara yükseldim. Bu sırada neler çalıştığıma kısaca değinecek olursam: Ailem sayesinde küçük yaştan itibaren kitaplarla aram çok iyiydi bundan dolayı hiçbir çekincem yoktu herkesi zorlayan paragraflardan, dolayısıyla Türkçeden. Matematik konusunda okulumdaki bazı insanlar kadar olmasa da özel bir ilgi ve yeteneğim vardı, bence çünkü 1 saat Türkçe dersi almaktansa 20 saat matematiği tercih ediyordum. Sosyal bilgiler kısmında ise Felsefe daima güven kapım oldu. Sanırım bu da çok kitap okumamla alakalı(çok da emin olmamakla birlikte). Bunun yanında Tarih sorularının paragraf sorusu gibi olması ve Coğrafyanın ( en azından benim dönemimde) yoruma açık soruları olmasından dolayı sosyalim vasat üstü bir dereceydi. Ve bence tüm Türk Gençliği 'nin en korkulu rüyası Fen Bilgisi kısmı benim için de işkence idi. Bayıldığım Fizik dersinde o kadar sorgulama yapıyordum ki derslerden uzaklaşıyordum adeta. Çünkü bize verilen sürede ancak şunu yapmamız gerekiyordu: Sorgulama ezberle! Cidden bence bu ders öğrenme stiline dayalı olduğu için kaldırılmalı lise düzeyi müfredatından. Ne kadar bayılarak dinlesem de sorular da çözsem, ortalamam Türkiye ortalamasında 2 net falan yüksekti sanırım.. Kimya derseniz eğer tamamen ezbere dayalıydı, bence özellikle son sınıfın konusu: Organik Kimya. Çünkü aklımda bir tane bile bilgi kalmadı o ders ile alakalı. Sadece çok sevdiğim öğretmenim Candan hoca' yı hiç unutmadım 😊 En özel başlığı Biyoloji 'ye açmak istedim. Özel, çünkü Irem adında güzel bir kız arkadaşım tarafından resmen EGITILDIM bu ders konusunda.. Kendisi bana dersi sevdirdi ve bunaltıcı EZBER seviyesinden mantığa dönüştürdü, daha doğrusu kafamda canlandırmamı sağladı. Ancak sorarsanız asla ve asla sevmedim Biyoloji dersini.


   Gelelim son yılıma. Son yaz dönemimde haftada 2-3 deneme yaparak geçirmişimdir , yalan yok çok çalışmadım. Düsünsenize yurt hayatı bitmiş sıcak yaz gününde evinizde buz gibi odada oyun oynamak var gündüzleri,akşamları da arkadaşlarla basketbol oynamak. Doğruya doğru benim gibi öğrenciler daima eğlenceyi seçerdi ki ben de seçtim. Ailelerin psikolojik baskısına ayrı bir yazı açmak daha uygun, ancak size bu konuda çok önemli

bir tavsiye vermek istiyorum: Kim ne derse desin ne yorum yaparsa yapsın, siz eğer bu önemli yıllarınız sonucunda kazandığınız yeri sevebiliyorsanız hiçbir yorum önemli olmayacak. Size takmayın diyemem çünkü o dönemde takmayın diyen biri çok absürt bir şey söylemiş olur. Bu yüzden daha çok takmamış gibi görünüp bekledim ben diyelim. 

   Son yılıma sağlam çalıştım gerçekten kendi düzeyimde. Okulda daha çok vakit geçirdim, internet kafede diğer yıllara nazaran daha az vakit geçirdim ve dershaneme daha sık uğradım ( "Uğramak" gerçekten doğru bir kelime oldu benim hayatım adına). Bunun sonucunda bence kilit nokta soru çözmekten daha çok aşırı sayıda deneme 

sınavı yapmam. Bu taktiği tüm yakınımdaki öğrencilere iletiyorum çünkü cidden bunun sayesinde hiçbir heyecan belirtisi göstermedim sınavlarımda ve özellikle 2 kez arabamız arızalanmasına rağmen sınav yolunda ( Bunu da başka bir yazı konusu yapalım).

   Üzücü bir yıl aslında benim için son sınıf. Çünkü garip bir zamanda, mezuniyetime yakin,  apandist ameliyatı geçirdim acil bir operasyonla, bir gün içinde. Bundan dolayı devamsızlık problemleri yaşayıp mezuniyet çekimlerimi

kaçirdim. Tabi bunlar şu an biraz daha küçük görünse de o an psikolojik olarak çok etkileniyorsunuz. Ders bazında da çok büyük zararı oldu bana bu rahatsızlığımın. Arkadaşlarım son aylarda dershaneden çıkmazken ben (okulum sağ olsun! daima okulumda kapalı kaldım. Burada da en güzel övgüleri güzeller güzeli Irem hanım 'a iletiyorum çünkü defalarca kez benimle kalıp hem odağımı topladı hem de eksiklerime destek oldu(ALKIŞ). Lise hayatim kısaca böyle geçti, gerek mesleğim gerek lise hayatımla ilgili olayları,detayları gelecek yazılarımızla paylaşmak istiyoruz 





Şimdilik görüşmek üzere o zaman

Hoşça kalın ve kendinize iyi davranın

💙




15 Şubat 2018 Perşembe

Sevgililer Günü (!)

   Sevgililer gününde dışarıya çıkmanın hüsranlığının ertesi günü yazıyorum bunları...

   Sevgililer günümüz değil ekonomik çöküşümüz kutlu olsun.


   İşte doğru cümle bu bizce. Ülkenin ekonomisinin tavan yaptığı, sevgilisi olanların parasının dibe vurduğu gün sayılabilir bugün. Mantıklı düşünüldüğünde bir sürü tabir bulunabilir bu gün için. Asıl gerçek ne peki ? 


   Rivayete göre bir dönemin imparatoru Cladius , yasağına uymayarak insanları evlendirmeye devam eden ve kendisine başkaldıran Aziz Valentine ' i tutuklatıp öldürtüyor.  14 Şubat 270 tarihinde ölen Aziz Valentine 'in ölüm yıl dönümü bu özel sandığımız gün aslında. Biz niye bugünü sevgililer günü olarak coşkulu kutluyoruz peki ? Bu olaydan 226 yıl sonra 496 da Papa Glesius Aziz Valentine ' i onurlandırmak için 14 şubat gününü Aziz Valentine günü olarak belirlemiş.


   O dönemdeki şu olayla şuanda yaşanan sevgililer gününün arasındaki ortak bağın sadece ismi olduğunu düşünüyorum. Ölümden coşku ve heyecana... Bu özel denilen günün arkasındaki kanlı hikaye... Aslında sevgililerin birbirine hediye beğendirme günü diye de değiştirilebilir ismi kanımca.. Evet hediye almak, hediyeleşmek insanı çok sevindiren ve içinde merak uyandıran bir eylem ama bunu yaparken akla karayı seçmek, bu işin cazibesini ve zevkini alıp götürüyor ve işkence haline geliyor çiftlere. En çok da "Bunu aldım ama beğenir mi acaba ?" cümlesi beni benden alıyor. Ya da "Acaba hangi mekana gitsek daha uygun olur ? " Önemli olan mekan mı gerçekten ? Peki kusursuz görünüp görünmemen ? Sevdiğine eminsen her halinle sever her gün sever en kötü hissettiğin halini en güzel gördüğü an sayar karşındaki.. Ya da "Bu hediyeyi alsam ucuz kaçar mı ki cimri mi olurum gözünde ? " denir. Düşünme ! Gönlünden ne geçiyorsa al, o senin gönlünü sevmedi mi ? O sana "Seni seviyorum." derken gözlerine değil de cebine mi bakıyor yoksa sevgililer gününde ?


   Sevgililer günü yada başka özel sayılan günler neden günler öncesinden reklamlarla ilan ediliyor, pankartlar asılıyor, panolar ışıklandırılıyor ve birileri bizim bu günlerimizi kutluyor ? Ben söyleyeyim; çünkü dünyanın en mutlu insanı olma yolunda ilerliyorlar bu günler sayesinde. Biz de körü körüne arkalarından dört nala koşuyoruz, bu günlerin hepsini yakalamaya çalışıyoruz. Aman kaçırmayayım aman unutmayayım aman hediyeyi beğensin de ne olursa olsun...


   Sadece adı başkası tarafından konulmuş olan bu uyduruk özel günlerde mi hediye alınmalı ? İstediğin herhangi sıradan bir günde karşındakinin ihtiyacı olan bir şeyi hediye olarak sunmak daha şahane olmaz mıydı ?


   Hiçbir yerde hesabımız olmadığı için sosyal medyadaki kutlamaları hiç bilmiyorum demek isterdim ama arkadaşlarımın telefonlarında birkaç tanesini gördüm dün. Asla dedim kendi kendime, hesabım olsaydı da herkese birbirimizi çok sevdiğimizi ilan etmezdim. Sosyal medyada hesabımız olmadığı için mi böyle düşünüyorum yoksa hep böyle düşündüğüm için mi sosyal medya hesabımız yok diye de sorguladım kendimi. Cevabını da "Her ikisi de." diyerek verdim kendime.. Sonra derin bir oh çektim ve şükrettim sosyal medyada özellikle bugün "Seni çok seviyorum aşkım " yazan insanların fikrine hiçbir zaman katılmayacağım için.. Altıncı yılımızdayız, doğum günlerimiz ve yıl dönümümüz haricinde hiçbir günü kutlamadık birlikte. Bunun aşkı heyecanı azaltacağını düşünenler varken biz hem aşkımızı hem samimiyetimizi yıllar geçtikçe arttırdığını düşünüyoruz, hissediyoruz, fark ediyoruz.


   O yüzden sadece sevgililer gününde veya özel olduğu sanılan ve başına bir tarih konulan günlerde değil de her gün söyleyin karşınızdakine onu sevdiğinizi. Hayat çok hızlı. Sadece bir gün için hediye seçme merasimindeki harcanan süre, karşınızdakine sarılmak için harcansa inanıyorum ki hayat daha da güzelleşecek. 



Sevgililer günümüz değil, sevdiklerimizle geçirdiğimiz her günümüz kutlu olsun nice senelerimiz olsun..
💙

2 Şubat 2018 Cuma

Ormanın İçinde Tatil..


   Ailemle kısacık bir tatilden döndük. Yaklaşık bir buçuk günlük bir tatildi. Geldi ve geçti yani. Bu bir buçuk günde Gönen Ekşidere Köyü Dağ Ilıcası'ndaydık.

   Buraya ilk gittiğimizde 5-6 yaşlarındaydım sanırım. Babaannem ve dedem buranın sıcak suyunun romatizmalarına vücutlarına iyi geldiğini söyleyip, her sene en az 1 hafta burada kalırlardı ve ilk defa onların yanına gitmiştik günübirlik. İlk defa sıcak havuza giriyordum. Havanın da çok soğuk olmasından dolayı önce ayaklarımın sonra bütün vücudumun yandığını hatırlıyorum havuza girdiğim andan itibaren. Aynı zamanda kardeşimle birlikte hiçbir hastalığa yakalanmamış küçücük vücudumuzun bile çok rahatladığını ve eve geldikten sonra mışıl mışıl uyuduğumuzu da hatırlıyorum. Daha sonraki yıllarda da ara ara bu rahatlatıcı yere gittik. Son dört yıldır da her yarıyıl tatilinde gidiyoruz ve bir gece burada konaklama imkanı buluyoruz.


    Şimdi bu ılıcanın özelliklerini ,bugüne kadarki ve en son olan izlenimlerimi aktarmak istiyorum. Olumlu ve olumsuz yönlerini bir arada anlatacağım.


   Balıkesir'in Gönen ilçesine yaklaşık yarım saat uzaklıktaki Ekşidere Köyü'ndeki bu dağ ılıcası, isminin hakkını verir derecede gerçekten dağın tepesinde bulunuyor. Bir yanında uçurum bir yanında orman... Mis gibi temiz havası, etrafa baktığınızda gördüğünüz yeşilin birçok tonu sizi kendisine çekiyor. Oraya gidip de aynı gün geri dönmek kardeşimle beni hep üzüyordu zaten. Üç senedir de bu yüzden konaklıyoruz orada. Her gittiğimizde illaki ormanda yürüyüşümüzü yaparız, o soğukta ellerimiz ,yüzümüz uyuşmaya başladığında da geri döneriz. İlk iki sene, danışmanın arkasındaki ve internet sitesinde fotoğrafı olmayan, aslında girişi kötü bir yerden olan evlerde kaldık. 4 kişilik bir aile için büyüklüğü yeterliydi fakat oturma odasındaki elektrikli ısıtıcı sadece o odayı ısıtıyordu; yatak odası özellikle geceleri  buz gibiydi. Bu sene de, geçen sene yapımı biten bungalow tipi evlerin birinde kaldık. Ev çok güzel ve modern döşenmişti. Fakat yine ve yine soğuktu. Odaya yerleştiğimizde klimayı açtık ve çıkana kadar hiç kapatmadık, yine de gece yatak odasının soğuk olduğunu söyledi annem ve babam. Yerler soğuk, ayakkabısız gezmeniz imkansız bu yüzden hijyen de azalıyor tabi. Banyoda jakuzi mevcut. Tuvalet için sadece bir tane tuvalet kağıdı koyulmuş, yedeği yok, havlu yok ( Banyo da buz gibiydi bu arada). Yemekler tamamen size ait. Bu yüzden mutfakta yemek yapmak için gereken araç gereçler mevcut , tabaklar ve bardaklar da bulunuyor. Fakat bulaşıkları yıkamak için deterjan ve sünger koymayı akıl edememişler sanırım ya da onların marketinden almamızı istiyorlar ki almak zorunda kaldık gerçekten. Bunun yanında çarşaflar tertemiz kokuyor hiçbir leke yok. Yani güzelce, rahatça uyuyabildik soğuğa rağmen ormanın ve temiz havanın içinde. Sabah 8.30'daki bayanlar seansı için kolayca kalkabilmemi bu temiz havaya borçluydum diye tahmin ediyorum.


   Fakat yine de bir dahaki gidişimizde kesinlikle 4 kişilik evleri veya yeni bungalow ları tercih etmeyip, sıcak olacağını tahmin ettiğimiz ikişer kişilik iki oda tutmayı planladık eve dönüşümüzden sonra.. Bakalım seneye nasıl izlenimlerim olacak?😊


   Kaplıcanın sıcak havuzuna gelecek olursam, eğer orada konaklamayacaksanız her havuza girişinizde belli bir ücrete tabiisiniz.( Ücret her sene değiştiği için bir fiyat belirtemeyeceğim malesef) Fakat şunu söyleyebilirim ki havuz 46 derece suyuyla muazzam bir sıcaklık. havuzun ortası bildiğiniz kaynıyor gibi köpürüyor. Dibini görebileceğiniz kadar da temiz üstelik. Tavanın bir bölümü açık olduğu için sıcak suyun içindeyken bunalmıyorsunuz. Havuz bölümünde iki çeşme bulunuyor; birinden içme suyu diğerinden çeşme suyu akıyor.(İçme suyundan gönül rahatlığıyla içebilirsiniz ,oldukça tatlı). Havuzdan hariç gayet yeterli Türk hamamı da bulunuyor. Fakat kötü yanı, aynı havuza ve hamama 2 saat arayla bayanlar giriyor.Sonra baylar daha sonra tekrar bayanlar.. Her 2 saatin yarım saatinde görevliler tarafından hamam temizleniyor, havuz da taşırılmak suretiyle temizleniyor. Fakat yine de hem bay hem bayanın aynı yere girmesi hijyeni azaltıyor bana kalırsa. Ve havuzda vakit geçirme süremiz de bir hayli aza iniyor. Havuza girerken ve çıktıktan sonra üst değiştirme yerlerinde bir perde bile yok, sadece iki tane küçük odacık gibi bölümler yapmışlar. İki tanesi de hiç kimseye yetmiyor tabiki. Ve bu üst değiştirme bölümü de gerçekten çok soğuk oluyor, havuzdan çıktıüınızdan itibaren maraton koşucusu edasıyla üstünüzü değiştimeye gidiyorsunuz. Eşyalarınızı kilitleyebileceğiniz dolaplar da mevcut fakat dolaba koyup kilitlemek için uğraşmaktansa  dışarıda ailenizden o an havuza girmeyen birileri varsa değerli eşyalarınızı onlara vermenizi tavsiye ederim, aklınız arkada kalmaz bu sayede.Soyunma bölümünde saç kurutma makinesi de bulunmuyor bu arada, benim gibi saçlarını kurutmadan dışarı çıkamayan insnlar için çok büyük dezavantaj olabilir bu,  O kadar sıcak havuzdan dışarıya çıktığınızda da her yerinizi özellikle boynunuzu ve başınızı iyice sarmanızı tavsiye ederim ki tatile geldim derken tutularak dönmeyin evinize..


   Dışarıyı gözünüzde canlandıracak olursam da, kahve çay vs. içebileceğiniz bir kafesi var bu yerin. Daha önceki yıllarda masaj koltuğu da vardı içinde hatta sıcak sudan çıktıktan sonra yapmayı çok sevdiğim bir aktiviteydi bu, iyice gevşetiyordu beni. Ama artık yok, sebebini hiç bilmiyorum 😢


   Dışarıda ailenizle mangal yapmak için olan bir yer var, yanında da çocuk parkı... Her geldiğimizde mangal yapmadan dönmedik yani burası için bile gelinir inanın. Tamamen yeşilliğin içinde gibisiniz iştahınız oldukça açılıyor ama ateşle bir yerlere zarar verecek kadar da ormanın içi değil tabii bu yer.. 


   Olumlu-olumsuz her özelliğini anlattıktan sonra hala bu kaplıcaya gitmeye devam edeceğiz sanırım. Çünkü yılda bir defa bu kadar temiz hava içinde ve sıcacık suyunda yaklaşık 2 gün geçirmek bana gerçekten çok iyi geliyor. Dolayısıyla Gönen'in bu şirin köyünde bulunan kaplıcayı hayatınızın bir bölümünde ailenizle veya arkadaşlarınızla denemenizi tavsiye ederim ben, karar size kalmıış..



Hoşçakalıın !


İnsanları gençleştirdiğine inanılan, dağın merkezinden gelen mineralli su




Kaldığımız evden bir bakış..




Yaşanılası

  Allah der ki “Kimi benden çok seversen onu senden alırım”…. Ve ekler: “Onsuz yaşayamam” deme, seni onsuz da yaşatırım.   Ve mevsim geçer, ...